Dünyanın neresinde olursa olsun, savaştan en çok zarar gören; evlatlarını yitiren annelerdir. Barış, en çok, evlat kaybı düşünmeden yaşaması gereken annelerin hakkıdır. Barış için güçlü irade gerekir. İhtiyatı elden bırakmadan bu iradeyi görüyorum. Dilerim daha önceki Oslo ve İmralı süreçlerini yaşamayız. Kimsenin, hiçbir kuruluşun ‘barış, ama…’ diye ‘pişmiş aşa su katma’ hakkı yok.
Bugüne nasıl geldiğimizi anlamak için TBMM’nin 2024 Ekim ayındaki açılışına gidelim.
Çok değil, Meclis'in açılışından 1-2 ay önce, ‘DEM Parti kapatılsın. Vekil ve danışmanlarına verilen maaşlar kesilsin. Şehit ailelerine verilsin paralar’ diyen MHP lideri Bahçeli; ‘Yeni dönem başlamıştır, bu dönemin politikası da barış olmalıdır. PKK kurucusu Öcalan gelsin, TBMM’de DEM kürsüsünden örgütünü kapattığını, silahları teslim edeceğini açıklasın’ demeye başladı. Kötü mü etti, iyi, hayırlı bir işin başlamasına neden oldu. Bahçeli, Kürt Sorununun sadece Türkiye Sorunu olmadığının bilinciyle hareket ediyor. Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna Savaşı; güneyimizde İsrail-Gazze; ABD’de Başkanlık Seçimleri. Olabilecekleri gördü ve olumlu hamle yapma gereği duydu.
Zaten, siyaset, geleceği okuma sanatı değil mi!
ABD’de seçimi, ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen Trump kazandı.
Suriye’de Esad’ın ‘koca ordusu’, 350 kişi ve hafif silahlarla İdlib’den hareket eden; Halep-Hama-Humus-Şam’ı bir haftada ele geçiren(!) IŞİD artığı selefi cihatçılardan oluşan HTŞ militanları karşısında darma duman oldu(!)
İsrail, neye hizmet ettiği açıklanamayan, Hamas’ın Karnaval bombalaması(!)nı bahane ederek, Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı. Halen, Suriye’nin doğusu hariç, her tarafını bombalıyor; hiçbir karşılık görmüyor. ‘Güvenliğim için bölgede oluşacak yeni sınırları ben belirlerim’ diyor, kimseden tık yok.
Bahçeli’nin süreci başlattığından bu yana tek eksiği; Selahattin Demirtaş’ın bütün Kürtler ve Türkiye kamuoyundaki ağırlığını hesaplayamaması. O kadar hata, kadı kızında da olur. Şimdi farkında diye düşünüyorum.
Gelelim günümüze:
PKK, 5-7 Mayıs tarihlerinde kongresini topladığını, Öcalan’ın talimatıyla örgütü kapattığını ve silahları teslim edeceğini 12 Mayıs’ta bir Sonuç Bildirgesiyle açıkladı.
Ekim 2024-12 Mayıs 1025 aralığında, İmralı-Devlet-Örgüt arasında ne konuşuldu ne kararlar alındı; bilinmiyor. Biliyoruz ki devletin her şeyi kaydetme gibi bir alışkanlığı var, gün gelir-öğreniriz.
PKK’nın sonuç bildirgesinde; ‘…kaynağını Lozan Antlaşmasından alan Kürt inkar ve imha siyasetine karşı…’ diyerek, (illegal örgütler, -özellikle de solda-laf kalabalığını sever) daha ağır ifadeleri perdelemiş; sureti haktan görünüp, aslında barış değil, savaşın devamını isteyen sağdan-soldan birçok kesime, karşı propaganda fırsatı vermiştir. Ellerinde çubuk, karşılarında harita, televizyonlarda- Lozan dertleriymiş gibi- ‘Lozan’ı deldirtmeyiz’ demeye başladılar.
PKK, bildirgesinde ortak vatandan bahsedecekse; Sivas Kongresi sonrasında, 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da; Sivas Kongresi sonuçları, yenilenecek milletvekili seçimleri ve Paris Barış Konferansı’na gidecek heyetin belirlenmesi için, Osmanlı Devleti’ni temsilen, Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Sivas Kongresi’nde oluşan Heyeti Temsiliye (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) yetkilileri Mustafa Kemal-Rauf Orbay-Bekir Sami bir araya gelip, anlaşmaya vardıkları protokollerden bahsetseydi, daha uygun olurdu.
2. Protokolün birinci maddesi şöyle der:
“1. Beyannamenin (Sivas Kongresi Kararları) birinci maddesinde, Osmanlı Devleti’nin tasavvur ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın en asgari bir talep olmak üzere elde edilmesinin temini lüzumu ortaklaşa kabul edildi. Bununla beraber Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek vech ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olmaları dahi desteklenmek ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığı zahiri maksadı altında yapılmakta olan tezviratın önüne geçmek için de bu hususun Kürtlerce malum olması hususu münasip görüldü.”
Diyor ki Amasya Protokolü; Türkiye, Türkler ve Kürtlerin beraber yaşadıkları yerdir.
Sürece çomak sokmak için, dünden bu yana televizyon kanallarında, çok bilenler, ellerinde sopaları, karşılarında harita, babalarının tapulu malını korur gibi Lozan’ı anlatıyorlar. Bir avuç çakıl taşı edebiyatı yapıyorlar. Ege’de, Adalar 1918 öncesi İtalyanlara verildiği hale, Hükümettarafından Cumhuriyetçiler suçlanıp; “Cumhuriyetçiler Lozan’da adaları verdiler” dendiğinde ses çıkartmıyorlardı.
Barış Sürecinin başarısı için, İspanya’da, demokrasiye gönül vermiş kralın, iktidar ve muhalefeti Bask Sorunu’nu çözmek için bir araya getirdiği ve öncelikle faşist dönemden kalan yasaları değiştirdiği gibi; TBMM devreye girmeli, kuvvetler ayrılığı tesis edilmeli, hukukun üstünlüğünü temel alan hukuk devleti alt yapısını oluşturmalı. Türkiye Cumhuriyeti tek değil, çoğul etnik yapılardan oluşmuştur. Farklı etnik yapı-anadil-mezhep ve inanca sahip insanlarımızın yurttaşlık bilincini yüceltmeliyiz.
Ulusal birlik, kan bağı ile değil, yurttaşlık bilinciyle olur. Etnik sorunlara demokratik çözüm, çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Kürt Sorunu güvenlikçi politikalarla çözülmedi, çözülmüyor. Yetki TBMM’dedir. Sorun, her şeyi bilen, TV'lerde ahkam kesen kafatasçı, kandan beslenenleri dinlemekle değil, anaların yüreğini dinlemekle çözülür.
Kürtçe iki atasözü ile bitireyim yazıyı:
-Av bi bejingé naye civandin. (Elekle su toplanmaz.)
-Aqle sivik baré girane. (Hafif akıl-akılsızlık-ağır yüktür.)