Metin Ebetürk
Köşe Yazarı
Metin Ebetürk
 

ANTALYA DİPLOMASİ FORUMU

11-23 Nisan 2025 tarihinde “Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek” temalı forum, TC Dışişleri Bakanlığı’nın ev sahipliğinde Antalya’da gerçekleştirildi. Forumun birçok ülkeden bürokratlar ve uzmanlar yanında, konuk ülkelerin Dışişleri Bakanları düzeyinde katılımcıları oldu. Forumda Birleşmiş Milletler temsilcisi Prof. Dr. Jeffrey Sachs, forumun en renkli simalarından ve en ilgi çekici figürlerinden biriydi. Jeffrey Sachs sadece üstlendiği görevlerle değil, yaptığı konuşmayla da foruma damgasını vurdu dersek yerinde olur. Jeffrey Sachs’ın yaptığı konuşmaya geçmeden önce, bu konuşmanın bana yıllar önce yayımlanmış bir eserle ilgili çağrıştırdıklarına değinmeliyim. Bu eser, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Haluk Gerger’in araştırmalarına dayalı olarak kaleme aldığı bir kitap. (İlk kez 20.04.2006 tarihinde yayınlanmış bu kitaba eser demeyi tercih ediyorum, zira çok emek verilmiş ve bu uğurda bir de bedeli olmuştur.) Bu eseri bir arkadaşımın önermesiyle yıllar önce okumuştum. Çok beğenmem nedeniyle, kitaplığımda bulunması gerektiğini düşünerek satın almıştım. Tıpkı arkadaşım gibi, bu eseri ben de birçok eşe dosta önermiştim. Eserin adı “ABD ORTADOĞU VE TÜRKİYE”. ABD’nin ülkemizde ve Ortadoğu’da yaklaşık 60 yıldır sürdürdüğü politikaları anlatan bu kitaptaki değerlendirmelerin, sadece okuyucuya değil, geniş kitlelere de yol gösterdiğine inanıyorum. Haluk hoca bu kitabı defalarca ABD’ye seyahat ederek hazırlamış. Yanlış hatırlamıyorsam son gidişinde ABD’de gözaltına alınarak kısa süre tutukluluktan sonra sınır dışı edilmiş, daha sonra ABD’ye girişi de yasaklanmıştı. Bizler bu sınır dışı edilme olayı ile ABD’ye giriş yasağını gazete haberlerinden öğrenmiştik. Haluk Gerger’in kitabında anlattığı gerçekler ile Jeffrey Sachs’ın yaptığı konuşma, sanki birbirlerinden esinlenmişçesine örtüşüyor. Haluk hocanın Beyaz Saray arşivlerinden elde ettiği bilgilerle bizleri aydınlattığı bir anlatısını da eklemek istiyorum. “60’lı yıllarda Türkiye’nin Başbakan'ı Adnan Menderes’in ülkedeki bütün politikaları iflas etmiştir. Adnan Menderes en şaşaalı günleri geride bırakarak, politikasının karanlığında kaybolmaya koşar adımlarla ilerlemektedir. Ülkede kısa bir süre sonra yapılacak seçimlerde, Menderes ve ekibi iktidarda kalmak için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Neredeyse Menderes’e halkın desteği, burun üzerine çakılmak üzere olan bir uçak misali. Tam da bu sıralar, diplomatik bir görüşme için dönemin ABD Başkanı’ndan randevu alınarak, heyetiyle birlikte ABD’ye gider. Bir gün sonra Adnan Menderes’in ABD Başkanı’yla Beyaz Saray’da basının önünde bir görüşmesi gerçekleşecektir. İkili, koltuklarına oturmuş sohbet eder pozisyondadır. Karşıda yalnız ABD’nin değil, dünyanın seçkin medya kuruluşlarının görev ve yetkilileri bu tarihi ana tanıklık etmek için hazırdır. Görüşmenin bir anında ne oluyor kimse kestiremiyor ama, bizim Adnan sinirleniyor. ABD Başkanı'na bir atarlanıyor ki, deme gitsin. Neredeyse koca ABD Başkanı’nı azarlıyor. ABD Başkanı, Bizim Adnan’ı sakinleştirmeye çalışıyor ancak nafile. (Geçenlerde ekranlara yansıyan Trump ve Zelinski görüşmesinde, Zelenski’nin Trump tarafından azarlanmasının tersini düşünün.) Bizim Adnan sakinleşmeyince, basın salondan dışarıya çıkarılıyor ve görüşme sürdürülüyor. Bir süre sonra da gayet yumuşak, olgun ve uyumlu bir şekilde bitiriliyor. Bu görüşme tüm dünya ajanslarında ciddi bir yankı bulduğu gibi, ülkemizde de bir karşılığı oluyor. Menderes yurda dönüşünde, havaalanından başlayarak büyük bir tezahüratla, bir kahraman gibi karşılanıyor. Menderes’in geçeceği yollar insan seli olmuş, insanlar Menderes’i görmek için yollara dökülmüş. Kolay mı ABD Başkanı’na kafa tutmak… Herkes Türk’ün gücünü görmüş oldu. Halkın desteğini kaybetmekte olan Menderes’in partisi DP, kısa sürede bu havayla farkı kapatarak birinci parti oluyor. Seçimleri kazanarak kabineyi kuruyor ve iktidarda kalıyor. Devamında ülkemizin gidişatını hepimiz tarih kitapları vasıtasıyla öğrendik. Bu olay uzun bir süre ülkemizde övünülecek bir durum olarak konuşulmuştur. Haluk Gerger bu durumu Beyaz Saray arşivlerindeki belgelere dayandırarak açıklığa kavuşturuyor. Buna göre meğer ABD Başkanı'na kafa tutarak atarlanmak, halkın desteğini kaybeden ama ABD’ye teslim olmuş Menderes iktidarını kurtarmak ve yeniden sağlamlaştırmak için ABD gizli servislerinin bir oyunu, bir mizanseniymiş. Önceki Başbakanlarımızdan birinin Davos’taki bir panelde, “one minute” söylemini buna benzetmiş, o tarihte geliyor gelmekte olan diye düşünmüştüm. Neyse ki Başbakan'ımızın “one minute” çıkışının, ne ABD’ye, ne de İsrail Başbakanı’na karşı olmadığı, orada görevini layıkıyla yapmayan “moderatör”e yönelik olduğu söylendi de rahatlamıştım. Gelelim, Jeffrey Sachs’ın konuşmasına: “Bu savaş Washington’dan çıktı. Beşar Esad’dan kaynaklanmadı. 2011’de Esad’ı devirmek için bir karar alındı. Aslında bu karar İsrail’den çıktı. Bu İsrail hükümetinin, 25 yılı aşkın süredir taşıdığı bir arzuydu. Netanyahu’nun fikri, Orta Doğu’yu İsrail’in isteğine göre şekillendirmekti. İsrail’e karşı olan her hükümeti devirmek. Bu konuda CIA ve ABD hükümeti de dostuydu. Yani savaş Esad baskısından veya diktatörlüğünden kaynaklanmadı. Bu savaş 2011 baharında Esad’ı devirmek için Başkan Obama’nın verdiği emirle başladı. Bu programın bir adı vardı: Timber Sycamore. ABD, bu bölgedeki diğer ülkelerle birlikte, isyancıları eğitti. Şu an iktidarı ele geçirenler de dâhil olmak üzere, rejimi devirmek için özellikle cihatçıları eğitti. Bu bir kaos yarattı. 14 yıl süren savaşta Suriye’de 600 bin kişi hayatını kaybetti. Bu savaşın sonucu CIA’nın istediği şeydi; ABD’nin silahlandırdığı cihatçı bir grubun Suriye’de iktidara gelmesi. Bunu net şekilde söylemek istememin nedeni şu: Bu bölgedeki gerçek diplomasiden değil de, CIA operasyonlarından kaynaklanan kamu diplomasisi sona ermedikçe barış olmayacak ve İsrail, tüm Orta Doğu’yu askerileştirmeye son vermedikçe barış gelmeyecek. Çünkü Suriye savaşı, İsrail’in teşvik ettiği altı savaşın sadece bir tanesi. Diğerleri Lübnan, Irak, Libya, Somali ve Sudan’da. Aslında bu liste bizde vardı. Wesley Clark 2011 yılında Pentegon’dan bir kağıtla bilgilendirilmişti. Amaç 5 yıl içinde yedi savaş çıkartmaktı. Netenyahu’nun büyük üzüntüsüne rağmen gerçekleşmeyen tek savaş İran’la olandı. İsrail hala bu savaşı kışkırtmaya çalışıyor. Yani Suriye savaşı bölgesel bir trajedinin parçası. Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak, Sudan, Güney Sudan ve Libya’da trajedi var. Bunların hepsinden ABD hükümeti ve müttefiki İsrail sorumludur. Çünkü bu savaşların hiçbiri olmak zorunda değildi. Bunların hepsi birer tercih savaşıydı. Hepsi rejim değiştirme operasyonları fikrinden doğdu. ABD hangi ülkelerde hangi rejimin olacağına karar verecekti. Eğer dış emperyalist güçler, örneğin ABD, bu bölgede şartlarını dikte etmeye devam ederse, asla barış olmayacak. Barışın tek yolu, bu bölgenin, geleceğine kendisinin karar vermesidir, dış güçlerin değil. Ve İsrail bu savaşları tek başına yürütemez. Bunlar Amerikan savaşlarıdır. ABD finansmanı sağlar. Asker desteği verir. Deniz desteğini verir. İstihbarat operasyonları sağlar. Mühimmat sağlar. İsrail ABD’nin desteği olmadan bir gün bile savaşamaz. ABD’nin desteği olmadan İsrail’in Gazze soykırımı mümkün değil. Sadece siyasi değil, doğrudan ve günlük operasyonel iş birliğinden bahsediyorum. Bu sona ermeli. Bu bölge 100 yıldır bölünmüş durumda. Önce Britanya, sonra ABD tarafından. Ve bu hala devam ediyor. Hemen yanımızda, bugün bile, insanlar umarsızca, pervasızca öldürülüyor. Çünkü ABD bu işin araçlarını sağlıyor.  İşte Suriye’de olan budur. ABD tarafsız mı? Hiç sanmıyorum. ABD bu işin baş aktörüdür. Bu arada şahsen biliyorum. 2012’de BM Genel Sekreteri, Annan’ı Suriye’de barış için özel elçi olarak atamıştı. Annan’ı çok severdim. Ban Ki-Moon’u da. İkisiyle de çalıştım. Annan 2012 yılında bir anlaşma ayarladı. Suriye’de barış için bir anlaşma yaptı. Peki, neden gerçekleşmedi? Tüm taraflar barışa razı olmuştu. Sadece bir tanesi hariç, kelimenin tam anlamıyla sadece bir ülke: Amerika Birleşik Devletleri. ABD dedi ki: Beşar Esad gitmediği sürece barış olmayacak. Diğer taraflar, “hayır bu şekilde belirleyemezsiniz. Belki bir süreç olur, belki seçimler yapılır” dedi. Belki iki yıl, belki üç yıl sürecek bir geçiş dönemi olur. ABD dedi ki: Hayır, Esad ilk gün gitmeli, yoksa engelleriz. Ve bu yüzden Annan, bir barış anlaşması müzakere etmiş olmasına rağmen görevinden istifa etti. O zamandan bu yana 500 bin kişi öldü. Bu tür suçların normalleşmesine izin vermemeliyiz. Bu bölge 30 yıldır aralıksız savaş halinde. Aslında bence en az 57 yıldır, yani Altı Gün Savaşı’ndan beri. Çünkü uluslararası hukukun dürüst bir muhasebesi yapılmadı. Dürüst diplomasi olmadı. Sürekli bir askerileşme süreci yaşandı. Ve biz bu bölgede derhal barışı sağlayabiliriz. Bence tek gereken şey, ABD’nin, Filistin’in BM’nin 194. Üye devleti olmasını veto etmeyi bırakmasıdır. Bu temelde, bölgenin tamamını normalleştirecek ve bu savaşlar sona erecektir. Ancak İsrail, ABD politikasını kontrol ediyor. Ve diyor ki; Hayır. Daha büyük İsrail istiyoruz. Suriye de istiyor, Batı Şeria da istiyor, Doğu Kudüs de istiyor, Gazze de istiyor, Lübnan da istiyor. Ve bu bitmedikçe barış olmayacak. ABD tarafsız mı? Elbette hayır. Bu savaşın en büyük faili 14 yıldır ABD’dir” diyor Jeffrey Sachs. Konuşmayı izlemek isteyenlerin, kullandıkları arama motoruna “Antalya Diplomasi Toplantısı, Jeffrey Sachs” yazmaları yeterli olacaktır. Gerçekler bu kadar somut ve böylesine can acıtıcı. Dünya kamuoyuna “Arap Baharı” diye satılmaya çalışılan safsata ile ABD’nin Ortadoğu politikasında atmış olduğu adımların ayak izleri benziyor, birbirini takip ediyor. Daha önce yine bu sitede yazmış olduğum bir makalede (Büyük Şeytan 13.01.2025) bu konuya değinerek düşüncelerimi paylaşmıştım. Bu bir dünya savaşı ya da dinler arası savaş değil ancak, yalnızca İslam dininin farklı yorumundan ibaret inanç sistemleri arasında çıkarılan savaşın sonucunda Orta Doğu’da yüz binlerce insan öldürüldü. Emperyalist sistemin ağa babası ABD’nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika, Afrika ve Asya kıtasındaki ülkelerde gerçekleştirdiği sayısız açık ve örtülü operasyon, Ortadoğu’da onlarca yıldır hız kesmeden devam ediyor. Özellikle Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin çözülmesinden sonra iyice dizginden boşalarak saldırganlaşan emperyalistlerin, bazen müttefikleri ve bazen de bölgesel iş birlikçileri ile uygulamaya koydukları senaryolarda manzara hep aynı… Katledilen milyonlarca insan, sayısız sivil kadın, erkek ve çocuk, yetim ve öksüz, tecavüze uğrayanlar, sakatlananlar, açlık çekenler… Yakılan ve yıkılan kentler, yok edilen doğa ve tarım alanları… Durumu yalnızca izlemekle yetinen, yok olmaya yüz tutmuş, tek dişi kalmış medeniyet… Kim ve niçin? ABD, Birleşik Krallık ve İsrail’in emperyalçıkarları adına, güç, hegemonya, enerji ve ticaret yollarında hakimiyet için… Mahsuni Şerif’i anarak bitirelim yazımızı; … Devleti devlete çatar İt gibi pusuda yatar Kan döktürür silah satar Amerika katil katil!..
Ekleme Tarihi: 12 May 2025 - Monday
Metin Ebetürk

ANTALYA DİPLOMASİ FORUMU

11-23 Nisan 2025 tarihinde “Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek” temalı forum, TC Dışişleri Bakanlığı’nın ev sahipliğinde Antalya’da gerçekleştirildi.

Forumun birçok ülkeden bürokratlar ve uzmanlar yanında, konuk ülkelerin Dışişleri Bakanları düzeyinde katılımcıları oldu.

Forumda Birleşmiş Milletler temsilcisi Prof. Dr. Jeffrey Sachs, forumun en renkli simalarından ve en ilgi çekici figürlerinden biriydi. Jeffrey Sachs sadece üstlendiği görevlerle değil, yaptığı konuşmayla da foruma damgasını vurdu dersek yerinde olur.

Jeffrey Sachs’ın yaptığı konuşmaya geçmeden önce, bu konuşmanın bana yıllar önce yayımlanmış bir eserle ilgili çağrıştırdıklarına değinmeliyim.

Bu eser, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Haluk Gerger’in araştırmalarına dayalı olarak kaleme aldığı bir kitap. (İlk kez 20.04.2006 tarihinde yayınlanmış bu kitaba eser demeyi tercih ediyorum, zira çok emek verilmiş ve bu uğurda bir de bedeli olmuştur.)

Bu eseri bir arkadaşımın önermesiyle yıllar önce okumuştum. Çok beğenmem nedeniyle, kitaplığımda bulunması gerektiğini düşünerek satın almıştım. Tıpkı arkadaşım gibi, bu eseri ben de birçok eşe dosta önermiştim.

Eserin adı “ABD ORTADOĞU VE TÜRKİYE”. ABD’nin ülkemizde ve Ortadoğu’da yaklaşık 60 yıldır sürdürdüğü politikaları anlatan bu kitaptaki değerlendirmelerin, sadece okuyucuya değil, geniş kitlelere de yol gösterdiğine inanıyorum.

Haluk hoca bu kitabı defalarca ABD’ye seyahat ederek hazırlamış. Yanlış hatırlamıyorsam son gidişinde ABD’de gözaltına alınarak kısa süre tutukluluktan sonra sınır dışı edilmiş, daha sonra ABD’ye girişi de yasaklanmıştı. Bizler bu sınır dışı edilme olayı ile ABD’ye giriş yasağını gazete haberlerinden öğrenmiştik.

Haluk Gerger’in kitabında anlattığı gerçekler ile Jeffrey Sachs’ın yaptığı konuşma, sanki birbirlerinden esinlenmişçesine örtüşüyor.

Haluk hocanın Beyaz Saray arşivlerinden elde ettiği bilgilerle bizleri aydınlattığı bir anlatısını da eklemek istiyorum.

“60’lı yıllarda Türkiye’nin Başbakan'ı Adnan Menderes’in ülkedeki bütün politikaları iflas etmiştir. Adnan Menderes en şaşaalı günleri geride bırakarak, politikasının karanlığında kaybolmaya koşar adımlarla ilerlemektedir. Ülkede kısa bir süre sonra yapılacak seçimlerde, Menderes ve ekibi iktidarda kalmak için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Neredeyse Menderes’e halkın desteği, burun üzerine çakılmak üzere olan bir uçak misali. Tam da bu sıralar, diplomatik bir görüşme için dönemin ABD Başkanı’ndan randevu alınarak, heyetiyle birlikte ABD’ye gider. Bir gün sonra Adnan Menderes’in ABD Başkanı’yla Beyaz Saray’da basının önünde bir görüşmesi gerçekleşecektir. İkili, koltuklarına oturmuş sohbet eder pozisyondadır. Karşıda yalnız ABD’nin değil, dünyanın seçkin medya kuruluşlarının görev ve yetkilileri bu tarihi ana tanıklık etmek için hazırdır. Görüşmenin bir anında ne oluyor kimse kestiremiyor ama, bizim Adnan sinirleniyor. ABD Başkanı'na bir atarlanıyor ki, deme gitsin. Neredeyse koca ABD Başkanı’nı azarlıyor. ABD Başkanı, Bizim Adnan’ı sakinleştirmeye çalışıyor ancak nafile. (Geçenlerde ekranlara yansıyan Trump ve Zelinski görüşmesinde, Zelenski’nin Trump tarafından azarlanmasının tersini düşünün.) Bizim Adnan sakinleşmeyince, basın salondan dışarıya çıkarılıyor ve görüşme sürdürülüyor. Bir süre sonra da gayet yumuşak, olgun ve uyumlu bir şekilde bitiriliyor. Bu görüşme tüm dünya ajanslarında ciddi bir yankı bulduğu gibi, ülkemizde de bir karşılığı oluyor. Menderes yurda dönüşünde, havaalanından başlayarak büyük bir tezahüratla, bir kahraman gibi karşılanıyor. Menderes’in geçeceği yollar insan seli olmuş, insanlar Menderes’i görmek için yollara dökülmüş. Kolay mı ABD Başkanı’na kafa tutmak… Herkes Türk’ün gücünü görmüş oldu. Halkın desteğini kaybetmekte olan Menderes’in partisi DP, kısa sürede bu havayla farkı kapatarak birinci parti oluyor. Seçimleri kazanarak kabineyi kuruyor ve iktidarda kalıyor. Devamında ülkemizin gidişatını hepimiz tarih kitapları vasıtasıyla öğrendik.

Bu olay uzun bir süre ülkemizde övünülecek bir durum olarak konuşulmuştur. Haluk Gerger bu durumu Beyaz Saray arşivlerindeki belgelere dayandırarak açıklığa kavuşturuyor. Buna göre meğer ABD Başkanı'na kafa tutarak atarlanmak, halkın desteğini kaybeden ama ABD’ye teslim olmuş Menderes iktidarını kurtarmak ve yeniden sağlamlaştırmak için ABD gizli servislerinin bir oyunu, bir mizanseniymiş.

Önceki Başbakanlarımızdan birinin Davos’taki bir panelde, “one minute” söylemini buna benzetmiş, o tarihte geliyor gelmekte olan diye düşünmüştüm. Neyse ki Başbakan'ımızın “one minute” çıkışının, ne ABD’ye, ne de İsrail Başbakanı’na karşı olmadığı, orada görevini layıkıyla yapmayan “moderatör”e yönelik olduğu söylendi de rahatlamıştım.

Gelelim, Jeffrey Sachs’ın konuşmasına:

“Bu savaş Washington’dan çıktı. Beşar Esad’dan kaynaklanmadı. 2011’de Esad’ı devirmek için bir karar alındı. Aslında bu karar İsrail’den çıktı. Bu İsrail hükümetinin, 25 yılı aşkın süredir taşıdığı bir arzuydu. Netanyahu’nun fikri, Orta Doğu’yu İsrail’in isteğine göre şekillendirmekti. İsrail’e karşı olan her hükümeti devirmek. Bu konuda CIA ve ABD hükümeti de dostuydu. Yani savaş Esad baskısından veya diktatörlüğünden kaynaklanmadı. Bu savaş 2011 baharında Esad’ı devirmek için Başkan Obama’nın verdiği emirle başladı. Bu programın bir adı vardı: Timber Sycamore. ABD, bu bölgedeki diğer ülkelerle birlikte, isyancıları eğitti. Şu an iktidarı ele geçirenler de dâhil olmak üzere, rejimi devirmek için özellikle cihatçıları eğitti. Bu bir kaos yarattı. 14 yıl süren savaşta Suriye’de 600 bin kişi hayatını kaybetti. Bu savaşın sonucu CIA’nın istediği şeydi; ABD’nin silahlandırdığı cihatçı bir grubun Suriye’de iktidara gelmesi. Bunu net şekilde söylemek istememin nedeni şu: Bu bölgedeki gerçek diplomasiden değil de, CIA operasyonlarından kaynaklanan kamu diplomasisi sona ermedikçe barış olmayacak ve İsrail, tüm Orta Doğu’yu askerileştirmeye son vermedikçe barış gelmeyecek. Çünkü Suriye savaşı, İsrail’in teşvik ettiği altı savaşın sadece bir tanesi. Diğerleri Lübnan, Irak, Libya, Somali ve Sudan’da. Aslında bu liste bizde vardı. Wesley Clark 2011 yılında Pentegon’dan bir kağıtla bilgilendirilmişti. Amaç 5 yıl içinde yedi savaş çıkartmaktı. Netenyahu’nun büyük üzüntüsüne rağmen gerçekleşmeyen tek savaş İran’la olandı. İsrail hala bu savaşı kışkırtmaya çalışıyor. Yani Suriye savaşı bölgesel bir trajedinin parçası. Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak, Sudan, Güney Sudan ve Libya’da trajedi var. Bunların hepsinden ABD hükümeti ve müttefiki İsrail sorumludur. Çünkü bu savaşların hiçbiri olmak zorunda değildi. Bunların hepsi birer tercih savaşıydı. Hepsi rejim değiştirme operasyonları fikrinden doğdu. ABD hangi ülkelerde hangi rejimin olacağına karar verecekti. Eğer dış emperyalist güçler, örneğin ABD, bu bölgede şartlarını dikte etmeye devam ederse, asla barış olmayacak. Barışın tek yolu, bu bölgenin, geleceğine kendisinin karar vermesidir, dış güçlerin değil. Ve İsrail bu savaşları tek başına yürütemez. Bunlar Amerikan savaşlarıdır. ABD finansmanı sağlar. Asker desteği verir. Deniz desteğini verir. İstihbarat operasyonları sağlar. Mühimmat sağlar. İsrail ABD’nin desteği olmadan bir gün bile savaşamaz. ABD’nin desteği olmadan İsrail’in Gazze soykırımı mümkün değil. Sadece siyasi değil, doğrudan ve günlük operasyonel iş birliğinden bahsediyorum. Bu sona ermeli. Bu bölge 100 yıldır bölünmüş durumda. Önce Britanya, sonra ABD tarafından. Ve bu hala devam ediyor. Hemen yanımızda, bugün bile, insanlar umarsızca, pervasızca öldürülüyor. Çünkü ABD bu işin araçlarını sağlıyor. 

İşte Suriye’de olan budur. ABD tarafsız mı? Hiç sanmıyorum. ABD bu işin baş aktörüdür. Bu arada şahsen biliyorum. 2012’de BM Genel Sekreteri, Annan’ı Suriye’de barış için özel elçi olarak atamıştı. Annan’ı çok severdim. Ban Ki-Moon’u da. İkisiyle de çalıştım. Annan 2012 yılında bir anlaşma ayarladı. Suriye’de barış için bir anlaşma yaptı. Peki, neden gerçekleşmedi? Tüm taraflar barışa razı olmuştu. Sadece bir tanesi hariç, kelimenin tam anlamıyla sadece bir ülke: Amerika Birleşik Devletleri. ABD dedi ki: Beşar Esad gitmediği sürece barış olmayacak. Diğer taraflar, “hayır bu şekilde belirleyemezsiniz. Belki bir süreç olur, belki seçimler yapılır” dedi. Belki iki yıl, belki üç yıl sürecek bir geçiş dönemi olur. ABD dedi ki: Hayır, Esad ilk gün gitmeli, yoksa engelleriz. Ve bu yüzden Annan, bir barış anlaşması müzakere etmiş olmasına rağmen görevinden istifa etti. O zamandan bu yana 500 bin kişi öldü. Bu tür suçların normalleşmesine izin vermemeliyiz. Bu bölge 30 yıldır aralıksız savaş halinde. Aslında bence en az 57 yıldır, yani Altı Gün Savaşı’ndan beri. Çünkü uluslararası hukukun dürüst bir muhasebesi yapılmadı. Dürüst diplomasi olmadı. Sürekli bir askerileşme süreci yaşandı. Ve biz bu bölgede derhal barışı sağlayabiliriz. Bence tek gereken şey, ABD’nin, Filistin’in BM’nin 194. Üye devleti olmasını veto etmeyi bırakmasıdır. Bu temelde, bölgenin tamamını normalleştirecek ve bu savaşlar sona erecektir. Ancak İsrail, ABD politikasını kontrol ediyor. Ve diyor ki; Hayır. Daha büyük İsrail istiyoruz. Suriye de istiyor, Batı Şeria da istiyor, Doğu Kudüs de istiyor, Gazze de istiyor, Lübnan da istiyor. Ve bu bitmedikçe barış olmayacak. ABD tarafsız mı? Elbette hayır. Bu savaşın en büyük faili 14 yıldır ABD’dir” diyor Jeffrey Sachs. Konuşmayı izlemek isteyenlerin, kullandıkları arama motoruna “Antalya Diplomasi Toplantısı, Jeffrey Sachs” yazmaları yeterli olacaktır.

Gerçekler bu kadar somut ve böylesine can acıtıcı. Dünya kamuoyuna “Arap Baharı” diye satılmaya çalışılan safsata ile ABD’nin Ortadoğu politikasında atmış olduğu adımların ayak izleri benziyor, birbirini takip ediyor. Daha önce yine bu sitede yazmış olduğum bir makalede (Büyük Şeytan 13.01.2025) bu konuya değinerek düşüncelerimi paylaşmıştım.

Bu bir dünya savaşı ya da dinler arası savaş değil ancak, yalnızca İslam dininin farklı yorumundan ibaret inanç sistemleri arasında çıkarılan savaşın sonucunda Orta Doğu’da yüz binlerce insan öldürüldü.

Emperyalist sistemin ağa babası ABD’nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika, Afrika ve Asya kıtasındaki ülkelerde gerçekleştirdiği sayısız açık ve örtülü operasyon, Ortadoğu’da onlarca yıldır hız kesmeden devam ediyor.

Özellikle Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin çözülmesinden sonra iyice dizginden boşalarak saldırganlaşan emperyalistlerin, bazen müttefikleri ve bazen de bölgesel iş birlikçileri ile uygulamaya koydukları senaryolarda manzara hep aynı… Katledilen milyonlarca insan, sayısız sivil kadın, erkek ve çocuk, yetim ve öksüz, tecavüze uğrayanlar, sakatlananlar, açlık çekenler… Yakılan ve yıkılan kentler, yok edilen doğa ve tarım alanları… Durumu yalnızca izlemekle yetinen, yok olmaya yüz tutmuş, tek dişi kalmış medeniyet…

Kim ve niçin? ABD, Birleşik Krallık ve İsrail’in emperyalçıkarları adına, güç, hegemonya, enerji ve ticaret yollarında hakimiyet için…

Mahsuni Şerif’i anarak bitirelim yazımızı;

Devleti devlete çatar

İt gibi pusuda yatar

Kan döktürür silah satar

Amerika katil katil!..

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat plastik çember