Medeniyetlerin doğuşu, gelişmesi, yaygınlaşması ve insanların yerleşik hayata geçmesi Mezopotamya Havzası ve Nil Havzası'nda olmuştur. Mezopotamya ve Nil, Orta Doğu'dadır.
Kitabi, evrensel dinler; Musevilik (Yahudilik), Hristiyanlık ve İslamiyet Orta Doğu'da doğmuş, yaygınlaşmış dinlerdir. Musa, İbrahim, İsa ve Muhammed peygambere kadar adını bildiğimiz tüm peygamberler Orta Doğuludurlar. İnanışa göre, Büyük Tufan da bu bölgede olmuş; tarihe yön veren Assur, Akkad, Sümer Devletleri Orta Doğu devletleridir. Gilgameş Destanı, MÖ 2 binlerin Orta Doğu'sunu anlatır. Hititler ve Mısırlılar arasında yapılan, dünyanın ilk yazılı barış antlaşması Kadeş Barış Antlaşması, MÖ 1274 yılında Orta Doğu'da imzalanmıştır. Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların kutsal mekanları, Orta Doğu'dadır.
Demografik yapı olarak, Samiler (Arap ve İbraniler), Hint Avrupa Grubu mensupları (İranlılar, Ermeniler, Kürtler, Rumlar) ve Turaniler (Türkler) Orta Doğu'da yerleşiktirler. 2024 nüfus istatiklerine göre, bölgenin nüfusu 500 milyondur. 18 devletten 13'ü , nüfusun büyük kısmı Araplardan oluşur.
20. yüzyıl başından günümüze Orta Doğu'nun siyasi yapısına bakarsak; tarihi İpek Yolu güzergahı üstündedir. Dünya ham petrol rezervinin % 60'ı, doğalgaz rezervinin de %34'ü'üne sahiptir. Sadece bu neden bile Avrupalı sömürgeci güçlerin iştahını kabarmaya yetmiş, Batılı sömürgeci güçlerin nüfuz savaşına neden olmuştur. Osmanlı Devleti'nin dağılması, bölgeden çekilmesi de bugünün Orta Doğu devletlerinin sınırlarının şekillenmesinin nedenlerinden biri olmuştur. 16 Mayıs 1916'da Rus Çarlığı'nın bilgisi dahilinde, sömürgeci İngiltere ve Fransa arasında imzalanan SYKES- PICOT Antlaşması'yla Orta Doğu'daki ham petrol bölgeleri paylaşılmıştır. Aynı dönemde, 1917'de İngiltere Dış İşleri Bakanı Balfour, bölgede, gelecekte sağlam bir müttefiklerinin olması için, Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması girişimlerini başlatmıştır. İsrail'in kuruluşunun kökeninde, meşhur BALFOUR DEKLARASYONU vardır. "Vaadedilmiş Topraklar" peşindeki dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler Balfour Deklarasyonu'ndan aldıkları güçle Filistin'e akın etmeye başladılar. Nihayetinde, 1948'de Filistin topraklarında İsrail Devleti'nin bağımsızlığını ilan ettiler. (İsrail, o günden bu yana Orta Doğu'da Batının eli sopalı jandarmasıdır.) 1948-2002 yılları arası, dünyanın her bölgesinden İsrail'e başlayan Yahudi göçünü örneklersek: Avrupa ülkelerinden 680 bin, Sovyetler Birliği'nden 1 milyon 30 bin, Kuzey Afrika ülkelerinden 425 bin, Sovyet dönemi Orta Asya ülkelerinden 115 bin, Güney Afrika ülkeleri ve Etiyopya'dan 80 bin, Türkiye'den 60 bin Yahudi, ülkelerinden İsrail'e göçtü.
2024 nüfus istatistiklerine göre, Orta Doğu nüfusu yaklaşık 500 milyon, bölgedeki 18 devletten 13'ü Arap devletidir. İsrail'in 2025 yılı nüfusu 9 milyon 325 bindir. Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Ürdün, Kuveyt, Umman; feodal aileler tarafından yönetilen monarşilerdir. Irak, İran, Suriye, Yemen, Mısır, Lübnan, İsrail, bölgenin cumhuriyet (!) rejimiyle yönetilen ülkeleridir.
Dini açıdan Orta Doğu'da hakimiyet Müslümanlardadır. İsrail'de Yahudiler; Lübnan-Suriye-Filistin'de ve küçük topluluklar halinde de Türkiye-İran-Irak ve Körfez ülkelerinde Hristiyanlar yaşamaktadırlar.
Arap, dolayısıyla Müslümanlığın hakim olduğu Orta Doğu'da Müslümanlar tek parça değil ve 9 milyonluk İsrail bölgenin tek hakimi olma yolunda diye sorgularsak; Müslüman kimliği monolitik kimlik değildir. Müslümanlar, Sünni ve Şii olarak iki ana mezhebe; Sünni Mezhebi, Hanefi, Şafi- Hmbeli'ler; Şiiler de, Caferi- Alevi- İsmailli- On iki İmamcılar; bu alt kollar da kendi aralarında çeşitli dallara ayrılmışlar ve Yahudiler gibi "vaad edilmiş topraklar" hedefleri de olmadığından, birbirleriyle kavgalılar.
Arap ülkelerinin yöneticileri de "sınırsız" petrol- doğal gaz kaynaklarından emeksiz bir şekilde gelen paralarını ABD- AB ülkelerinin finans kuruluşlarında değerlendirmektedirler.
Asıl kavga da, zengin yer altı kaynaklarının Avrupa ülkelerine, ABD- AB yararına, en ucuz bir şekilde nasıl akıtılacağıdır. "Zenginleştirilmiş Uranyum- Nükleer Silah" söylemleri bahanedir. Bahane olduğunu ABD'nin Irak işgalinde gördük.
Olay; bir şekilde tamamlan(a)mamış SYKES- PICOT 'un devamı olan , Arap Baharı diye süsledikleri Kuzey Afrika ve Büyük Orta Doğu Projesi BOP'un İsrail öncülüğünde başarıya ulaşması için sınırların yeniden çizilmesidir.
Orta Doğu ülkelerinin tamamına yakınının yöneticileri, tepeden tırnağa emperyal güçlere bağlıdırlar. "Proje"ye karşı çıkan ya da "daha fazla isterim" diyenlerin başına gelenleri "Arap Baharı"nda gördük. Katar- Körfez doğal gazını Avrupa'ya taşıyacak boru hattının ülkesinden geçmesine hayır diyen Esad'ın sonu da ortada.
ABD'nin Jandarması İsrail, dini rejimle yönetilen İran'ı vuran füzeleri-uçakları, radikal islamcı yeni Suriye'nin ve Şiilerin çoğunlukta oldukları Irak'ın hava sahasını kullanarak savaşa devam etmektedir.
İsrail ve müttefikleri teknolojiyi kullanırken, Müslüman ülkelerin inanmış(!) vatandaşları da 'şehitlik ve 72 huri' peşindeler...
***
Yazımın sonunda, gündemde olan 'CHP 38. Kurultay İptal Davası' ile ilgili görüşümü aktarayım.
CHP, Kurtuluş Savaşı küllerinden doğmuş 100 yıllık bir partidir.
CHP, vesayetle yönetilecek bir parti değildir. CHP yöneticileri, Kurultay Delegelerinin verdiği yetkiyle, belli bir süre partiyi yönetecekleri, günü dolunca, delege izin verirse delege ve taban adına yönetmeye devam edeceklerinin bilincinde olmalılar. CHP yöneticileri, 'ben' dememeli, 'biz' demelidirler. BİZ olmalıdırlar. Kendisinden önceki yöneticilere hakarete varan söylemde bulunanlara, "düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla hareket etmemelidirler. Alçak gönüllü, yasalara (karşı ise bile meşru zeminde değiştirmeye çalışmalı) uymalı, öncelikle de kendi yasalarına (tüzük- program) uymalıdırlar. CHP yöneticileri partiye verilen emeği öncelemelidirler.
Kişiler bugün var, yarın yokturlar. BİZ olan CHP, kendi iç sorunlarını değil, Türkiye ve dünyanın güncel sorunlarının çözümüne odaklanmalı, partililerin enerjisini buraya yönlendirmeliler.
Kurumlar, demokratik işleyişi önceledikleri sürece var olurlar. Yoksa, insanlar gibi, onlar da yok olur giderler.
Mahkemenin 30 Haziran'da karara bağlanacağını sanmıyorum. İktidar, olayı uzatacaktır. Ve tanıdığımız AKP-MHP iktidarı, kendine göre 'en uygun zamanda' seçim kararı alacaktır.
CHP, 24 saatini mahkeme olayına ayırır, bir bardak suda fırtına koparırsa, olacak budur.
Mevcut yöneticiler öncelikli olmak üzere, kimse vazgeçilmez değildir.
Keramet kişilerde değildir.
Keramet demokratik toplumdadır...