Yazıma Sırrı Süreyya Önder’in vefatından duyduğum üzüntüyü paylaşarak başlamak istiyorum.
AKP iktidarı döneminde kaybettiğimiz üç kişinin ölüm haberleri beni çok sarstı. Üçü de Barış İnsanıydılar. Üçü de halkların kardeşliğini istiyordu.
HRANT DİNK-TAHİR ELÇİ-SIRRI SÜREYYA ÖNDER.
Hrant ve Tahir, karanlık güçlerce(!) katledildiler. Sırrı’nın kalbi; Dal’dan-Mamak’tan sonra, parlamenter de olsa,omuzladığı ağır yükün ağırlığına dayanamadı.
Bir Ermeni, Bir Kürt ve bir Türk. Ortak özellikleri; Türkiye’de Halkların Kardeşliği için çalışmalarıydı.
Yattığınız yer sizi incitmesin…
***
İnsanlar, Modern Devlet oluşumu öncesinde; belli bir düzen içinde, ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması-dağıtılması; birlikte yaşam için, ortak değerlerine belli kurallar çerçevesinde uyulmasını sağlayacak ve dış tehditlere karşı kendilerine koruma sağlayacak bir otoriteye ihtiyaç duymuşlardır. Birçok kabilenin bir araya gelişiyle kendi içlerinde liderlik sistemine, sistem tıkanınca da Şehir Devletleri-Polis- sistemine, sonrasında da insanlardan oluşan, oluştuğu insanların “daha çok isteme” genetik kodlarını takiben görevlendirdikleri(!) devlet; imparatorluklara dönüştü. Ve bir süre sonra devlet, kendisini var eden insanlara, Frankenstein misali “madem yetkilendirdin, yapacağım her şeye de uyacaksın” diye velinimetine eziyete başladı. Oysa devlet, insanın kendisiydi.
(Yazının bu bölümünde, 2015 yılında, Doğu Karadeniz’de, turizm adına, gerçekte doğayı katledecek Yeşil Yol Projesi’ne karşı ayaklanan, bölge insanlarının sesi olan Havva Ana’yı anmamak olmaz. Havva Ana, direnişçilere çapulcu diyen Vali ve Kaymakama,” Vali-Kaymakam bize çapulcu diyor. Vali-Kaymakam kimdir! Ben, ben, halkım ben. Devlet yok, halk var! Kimdir devlet ya! Devlet bizim sayemizde devlettir…”
(Aslında yazdıklarımın, yazacaklarımın tamamını Havva Ana bir cümlede özetlemiş.)
Oluşan yeni yapı, önceleri her kesin, her kesimin temsiliyetine önem veriyordu. Zaman içinde, belli grupların-güçlerin yönetimde ağırlık kazandığı devlet, erki kaybetmemek için kendisini oluşturan-görevlendiren kesimler arasında tercihlerde bulundu. Kafası çalışan, görevlendirdiği devletin yaptıklarını sorgulayanları dışladı, düşman ilan etti.Yaptıklarını sorgulamayan, menfaat uğruna, oluşturdukları devlet aygıtının kendilerine sunduğu ufak-tefek ayrıcalıklar karşılığı sesini çıkarmayanları temsil ettiğini açıkladı. Sorgulayanlar, başkalarının iş birlikçisi, kendi yandaşlarının düşmanıydı. Devlet, bütün yaptıklarının gerekçesini de hazırlamıştı; madem beni görevlendirdiniz, yetki verdiniz, sorgulamadan bana uyacaksınız.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, Yeni Avrupa Düzeni kurucuları, savaş öncesinde Almanya’da Hitler’i, İtalya’da Mussolini’yi, Fransa’da Petain’i iktidara getiren halk egemenliğini sınırlandırmak için, kontrol ve denge mekanizmalarını güçlendirmek gerektiğine karar verdiler. Güçler ayrılığı ilkesini öne çıkardılar. Bu güçler (Yasama-Yürütme-Yargı) demokrasiyi korumakla yetkilendirildiler.
Ne yazık ki, bir süre sonra devlet, yeni durumdan pek hoşnut olmadı. Örneklersek:
İkinci Dünya Savaşı'nda en büyük yıkımı yaşayan ülkelerden Macaristan ve Polonya’ya bakalım.
Macaristan’da Orban, iktidara gelince, memurlara; "bütün Macar’lara tarafsız ve eşit davranmayı" emreden Devlet Memurları Kanunu’nu değiştirdi. Bürokrasinin kilit noktalarına, partisi Fidesz’in militanlarını atadı.
Polonya’da Kaczynski ve partisi Hukuk ve Adalet Partisi, Orban’ı örnek alarak, yargının işleyişini düzenleyen yasaları değiştirdi, yargı bağımsızlığını yok etti ve partisinin yakın ya da partisinin mensuplarını hâkim-savcı olarak atadı. Her iki ülkede de yazılı ve görsel medya ele geçirilimiş, objektif yayıncılık yapan medya ulusal çıkarlara zarar veriyorgerekçesiyle susturulmaya çalışılmıştır. Ulusal çıkar, partilerinin çıkarıyla eşitlenmiştir.
Örnekler ve onlara özenenler, bununla yetinmezler. Her şeye rağmen çalışan bazı kontrol ve denge mekanizmaları vardır. Onları da etkisizleştirmek, ehlîleştirmek için yeni anayasaya ihtiyaç var derler. (Bazı şeyler tanıdık geliyor değil mi!)
Bu nedenlerle; dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, ‘ferasetine güvenilmeyen’, sorgulayan kesimler, otoriter yönelim sergileyen-sergileyecek olan yeni Orban’lara, yeni Kaczynski’lere bu olanakları vermemelidirler.
Eğer tarih tekerrür eder, otoriterler o olanakları elde ederlerse, yeni yapacakları anayasalar, kapsayıcı değil, iktidarlarını devam ettirmek için kullanılan bir araç olur.