Bu hafta yazımın başlığı, Juan Carlos-Humeyni-Mandela; konusu da diktatörlükler demokrasiye de yeni bir diktatörlüğe de evrilebilir olacaktı. Bizde olduğu gibi, dünyada da gündem o kadar çabuk değişiyor ki, (dostum Emin Tırpancı’nın dediği gibi, 'Sungurlu’nun gençleri habire kuşları taşlıyorlar, kuşlar da taş yememek için yeni konum alıyorlar’) ben de yeni gündeme göre yazının konusunu değiştirmek durumunda kaldım.
Güney komşumuz Suriye’deki gelişmelere bakalım:
27 Kasım 2024 tarihine, İdlip’ten 350 kişiden oluşan Colani liderliğindeki silahlı cihatçı selefi HTŞ güçleri, iki gün sonra 35 bin kişiden oluşan Suriye Ordusu ve Hizbullahçı askerin koruduğu Halep şehrini ele geçirdi(!), 8 Aralık’ta da Şam düştü; Esad ülkesinden kaçtı. Yönetim HTŞ güçlerinin eline geçti. (Suriye’de Rol Dağıtanlar/Rol Alanlar başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.) 29 Ocak 2025’te de Colani, şimdi kullandığı adıyla Ahmet el Şara’nın Cumhurbaşkanı ilan edilmesine kadar, Türkiye Cumhuriyeti HTŞ yönetimi üzerinde çok etkindi. 10 yıldır, “Astana Ruhu”na aykırı bir şekilde, İdlip’te, HTŞ örgütüne maddi-manevi her türlü desteğin karşılığını alıyordu. Ta ki, Colanı Cumhurbaşkanı ilan edilene kadar. Sanırdınız ki, Suriye eski yönetimini deviren(!) Türkiye Cumhuriyeti askerleri. Bu arada, cihatçı HTŞ’lilere güzellemeler yapanların gözden kaçırdığı bir şey vardı: Kırk yıllık Kani olur mu yani derler. Herkes, şu ya da bu şekilde özüne döner.
Bilindiği gibi, cihatçı Selefilik, Sünniliğin içerisinde yer alan aşırı muhafazakâr ve köktendinci bir harekettir. HTŞ’ye destek olan siyasal İslamcılarla uyuşurlar. Onlar da siyasal pozisyon ve kavramların İslam ilkelerine göre oluşturulmasını savunurlar. (Ha Hasan kel, ha kel Hasan.)
HTŞ’ni, siyasal İslamcıların da ortak düşmanları; Şiiler ve Alevilerdir.
Türkiye, Ocak sonlarına kadar ‘HTŞ yönetimini yönlendiren’ konumundaydı ya da iç kamuoyuna öyle lanse ediliyordu. "Desteğim olmasaydı, başarılı olamazdın. Meşruiyetin bana bağlı, Kürt’lerle ilişkilerin benim istediğim şekilde olacak, Suriye’nin imarını da beraber yapacağız" baskısı kurdu.
Baskı ne zamana kadar etkiliydi:
Colani Cumhurbaşkanı olana, Suriye yönetiminin “geçici bakanları” Avrupa, Amerika, Rusya, İsrail ile doğrudan ve resmi ilişkiye geçinceye, rol dağıtanlar ve rol alanlar açığa çıkana kadar.
Avrupa-ABD-Rusya diplomatik ilişkileri, HTŞ’lilerdeözgüven artırdı. Zaten Türkiye ziyaretinde Şara, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptıkları ortak basın toplantısında, Türkiye tezlerine onay vermedi; suskun kaldı.Suriye Milli Ordusuna da mesafeli durdu, durmaya devam ediyor. Türkiye dışında, görüştükleri rol dağıtanların Kürtler, Dürziler, Hristiyanlar konusunda, herhangi bir saldırıya baş vurmaları halinde, kendisine engel olacaklarını, kendisini bulunduğu mevkiden alaşağı edeceklerini de gördü. “Sahipsiz” kesim olarak Nusayrilerin varlığını(!) keşfetti. Nusayrilere (Arap Alevileri) Esad’çı bahanesiyle saldırdılar. Rol dağıtanlar da iki tarafı da memnun etmek adına, olaya üç gün göz yumdular, sonrasında müdahale ettiler. Bu arada, cihatçı selefi HTŞ’liler bin dolayında suçsuz-günahsız Aleviyi katlettiler. Muhtemelen, bu arada birileri, "ya Alevi katliamına son verip Kürtlerle anlaşırsın, içeride barışı sağlarsın, ya da bitersin” dediler.
Yaptıkları hatayı örtbas etme ve Türkiye’nin baskısıyla çeşitli bahanelerle görüşmeyi erteledikleri Suriye’de, Fırat’ın doğusuna hâkim olan Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Abdi ile iki eşit olarak Suriye’nin geleceği konusunda anlaşma imzaladılar.
Nitekim, Alevi katliamı sonrası, Şara’nın emriyle oluşturulan Soruşturma Komisyonu Sözcüsü,10 Mart’ta yaptığı açıklamada, “hukuksuz intikamı engellemeye, cezasızlığın olmadığını garanti etmeye kararlı, bağımsız ve ön yargısız bir komisyonuz” dedi.
Şara ve Mazlum Abdi tarafından imzalanan anlaşma, Türkiye yandaş basınının yazdığı-söylediği gibi; teslim anlaşması değil. İsteyen, bağımsız basın organlarından gerçek metni okuyabilir. Önümüzdeki yazılardan birinde anlaşma metnini yazacağım.
Bizim için önemli olan, komşularımızın iç savaştan uzak, güven içerisinde olmalarıdır. Komşu ülkeler ne kadar güven içerisinde olurlarsa, bizde o kadar güvenlik içerisinde yaşarız.