Yazımızın başlığı olan “Kanı Bozuk” deyimine pek çok anlam yüklenmektedir.
Türkçe karşılığı soysuz (kimse) olan deyim, tıp dilinde ise kan değerlerindeki anomaliyi (bir organizmanın veya dokunun yapısında veya işleyişinde normalden farklı bir bozukluk) vurgulamak için kullanılmaktadır. Örneğin kansızlık olarak da bilinen anemi, vücutta dokulara oksijen taşıyacak kadar sağlıklı kırmızı kan hücresinin bulunmadığında veya kanda bulunan hemoglobin adlı protein normalden düşük olduğunda ortaya çıkan bir durumdur.
Kimi toplumlar ve inanışlar, bu terime “hain” ve “ahlaksız” gibi olumsuz anlamlar da yüklemiştir. İslam dini inanışlarından olan Aleviliğin ilkesel duruşu olarak da bilinen üçlemesi “Eline, Beline, Diline” öğüdüne aykırı davranış gösteren dara düşmüş (yoldan çıkmış) kimselere de “kanı bozuk” denilmektedir.
Yazımızın başlığı ise, toplumlardaki omurgasız yönelimlere vücut veren sapma ve ihanetleri vurgulamayı amaçlamaktadır.
Filistin halkının yıllardır Siyonizm ve destekçileri tarafından ağır bir tahakküm, baskı ve şiddet sarmalında yaşatıldığını bilmeyenimiz yoktur. Bu baskı, şiddet ve yıldırma politikalarına karşı yokluk ve yoksulluk içindeki yiğit Filistin halkının başlattığı intifadanın, yüzbinlerce şehide rağmen diz çökmeden, teslim olmadan sürdüğünü de biliyoruz.
Yaklaşık seksen yıldır süren saldırı ve direnişin geldiği aşamada, Gazze uzun zamandır kuşatma altında. İsrail kuşatması ile yaşanan yıkım, yalnızca bölge ve insanlarını değil, insanlığı da yok etme boyutuna ulaşmıştır.
İsrail devletinin kurulma bildirisinden bugüne dek sürdürdüğü şiddet ve kanla beslenen politikalarına karşı bölgesel tepki, isyan ve savaşlar, ne yazık ki saldırganı geri adım attıracak başarı elde edememiştir. Bilakis her karşı duruş, İsrail’in başarılarıyla sonuçlanmıştır.
Bunların ilki, Filistin'deki İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948'de Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Millî Konseyi'nin, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği'nin (Irak Suriye, Mısır ve Ürdün) İsrail'e karşı savaş ilanıyla başlamıştır. Yeni kurulan devletin sınırlarıyla ilgili olarak, “Eretz İsrail”, yani İsrail diyarı (anlamı çok geniş bir toprak parçasını tanımlaması nedeniyle, ileride yaşanacak kargaşayı özetleyen deyim) dışında hiçbir bilgi yoktur. İsrail Devleti’nin kurulması, yaşanacak sonu gelmez şiddet ve kaosa davettir.
1964 yılında Arap Birliği tarafından bağımsız ve özgür bir Filistin’i hedefleyen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. Akabinde örgütün düzenli askerî kuvveti olan Filistin Kurtuluş Ordusu hayata geçirildi. FKÖ bünyesindeki El-Fetih’in (Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi) askerî kolu olan el Assifa (Fırtına), 31 Aralık 1964'te İsrail'e sızmaya çalışmış, ancak Lübnan güvenlik güçleri tarafından durdurulmuştu. El-Fetih'in yetersiz eğitim ve donanımlı savaşçılarıyla yaşanan bu girişim sonrasında, çoğu Yaser Arafat tarafından doğrudan yönetilen birçok başarılı-başarısız baskın girişimi oldu.
Direniş hareketinin gerçek lideri, 11 Kasım 2004 yılında sonsuzluğa uğurlanan, El-Fetih’in kurucu lideri ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı olan Ebu Ammar, yani Yaser Arafat’tır. Yaser Arafat 2001 yılında İsrail tarafından tutsak edilmiş, ölümünden kısa bir süre önceye kadar Ramallah'ta bulunan bir merkezde 3 yıla yakın tutulmuştur. Tutsaklığı sırasında hastalanarak komaya giren Arafat, hastalığı nedeniyle gönderildiği Paris'te iki haftaya yakın tedavi görse de sağlığına kavuşamadı. Gerçek ölüm sebebi tam olarak bilinmese de, doktorlar idiyopatik trombositopenik purpura ile sirozdan söz etmiş, ancak otopsisi yapılmayan Arafat 11 Kasım 2004 günü 75 yaşında hayata veda etmiştir.
Bir kan hastalığı olan idiyopatik trombositopenik purpura vakasında, kanda normalden daha az trombosit bulunmaktadır. Yaser Arafat, bir kan hastalığından hayatını kaybetmiştir. Ancak kansız veya hain değildir. Tüm yaşamını Filistin davasına adamış bir kahramandır. Davası uğruna tutsak düştüğü Siyonistlerin elinde gördüğü eziyet ve insanlık dışı davranışlar sonucunda amansız hastalığa kapılarak sonsuzluğa yürümüştür.
1948 yılındaki Arap-İsrail savaşında evlerinden kaçan veya değişik bölgelere sürülen 700.000'den fazla Filistinlinin yaklaşık 200.000'inin mülteci olarak Gazze Şeridi'ne yerleşmesiyle başlayan İsrail-Filistin çatışmasından bu yana, İsrail’in Gazze Şeridi'ne 15 kez saldırdığı biliniyor. En son başlayan ve halen sürdürülen Hamas-İsrail savaşında katledilen Filistinlilerin sayısı, önceki tüm İsrail-Filistin çatışmalarındaki toplam kayıp sayısından daha fazladır.
1967 Arap-İsrail Altı Günün Savaşı (Haziran Savaşı), İsrail’in bölgedeki gelecek plan ve projelerinin yarattığı gerilim ve endişe ile, İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında 5 Haziran 1967’de başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de, asker ve silah yardımıyla katılmıştır.
İsrail’in kesin üstünlüğü ile biten savaşın sonunda, Mısır’dan Sina Yarımadasını, Suriye'den Golan Tepelerini, Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail, topraklarını dört katına çıkarmıştır. Bu olay, başta Filistin Sorunu olmak üzere günümüzdeki birçok sorunun temelini oluşturur.
İsrail işgaline karşı Arap halkının başkaldırısı denilebilecek taşıyan ilk direniş, (Birinci İnfiada) 1987'de başladı. 1991'de gerileyen direniş, 1993 Ağustos ayında Norveç'te "Özerk Filistin Yönetimi”nin kabul edildiği Oslo Anlaşması’nın imzalanması ile sona ermiştir.
İsrail ırkçı devletinin Filistinliler üzerindeki baskı şiddetini artırdığı Eylül 2000 sonlarında başlayıp 2005 yılında biten İkinci İntifada ayaklanması, “Oslo Savaşı” olarak da bilinir. İçinde sivil ve askerleri bulunduran kayıp sayısının, Filistin tarafında 3000, İsrail tarafında ise 1000'i bulduğu ve ayrıca 64 yabancının da ayaklanma sürecinde öldüğü, 30 Nisan 2008 tarihine kadar öldürülen Filistinlilerin % 35,2’sinin ayaklanmalarda aktif bir şekilde rol aldığı rapor edilmiştir.
Kana susamış İsrail’in bitmek bilmez İslam ve Filistin düşmanlığına ve her gün bir yerleşim yerine düşen bombalara rağmen, Gazze halkı yıllardır onurlu bir duruşla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki saldırılarının başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana toplam can kaybının 61 bine, yaralı sayısının 152 bine yükseldiği belirtiliyor. Ayrıca sürekli bombardıman altındaki kentte, binlerce kişinin de yıkılan binaların enkazı altında olduğu tahmin ediliyor.
Yaşanan bu vahşet tablosunda en dayanılmaz olanı ise, Gazze halkı açlıkla mücadele ederken İsrail ordusunun uluslararası kuruluşlardan gelen gıda ve erzak yardımlarına ulaşmaya çalışan Filistinliler ile yardım nakil araçlarını vurmasıdır. İnsani yardım almaya çalışırken hayatını kaybeden Filistinlilerin 1.700’a, yardım sırasında yaralananların 12 bine, açlık nedeniyle hayatını kaybedenlerin toplam sayısının ise, 96'sı çocuk olmak üzere 197'ye yükseldiği biliniyor.
İsrail’in yıllardır Filistinlilere reva gördüğü uygulamalar, 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin Yahudilere uyguladığı vahşet ve soykırım politikalarını çağrıştırıyor. Nitekim 21 Kasım 2024 günü Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından, İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski İsrail savunma bakanı Yoav Galant'a "savaş suçu" işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarıldı.
İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamaları soykırıma dönüşmüştür. Yakın zamanda Gazze’li bir baba ile kızının televizyon ekranlarına yansıyan iç acıtan diyaloğu, bölgedeki durumu gözler önüne seriyor. Yardım dağıtan merkezlere yardım almaya gidemeyen babanın, bunun nedenini soran kızına “oraya gidenleri vuruyorlar, öldürüyorlar” yanıtı vermesi ve kızın “olsun yine de yardım almaya git, istersen beraber gidelim” diyerek diretmesi, Gazze’deki açlığın hangi boyutlarda yaşandığını ortaya koymaktadır.
Gazze’deki bu soykırıma dünya giderek daha gür ses çıkartıyor. Dünya halkları, Avrupa’dan Avustralya’ya, Amerika kıtasından Afrika’ya kadar bir olmuşçasına Gazze’deki vahşet ve soykırıma tepki göstermek için meydanları dolduruyor, tepki ve protestolarını yükseltiyor. Bu ses yükseltenlerin arasında, ne yazık ki birkaçı dışında İslam ülkesi yok. Adeta üç maymunu oynarcasına, görmüyor, duymuyor ve konuşmuyorlar. Bilakis İsrail’le var olan ilişkilerini devam ettiriyorlar.
Yazımın başlığı, Gazze’de yaşanan vahşet ve soykırımı görmeyen, barbar İsrail’le diyaloğa devam eden ülkelere gelsin.
Soykırımcı emperyaller ile uşaklarının planlarını bozguna uğratacak KÜRESEL İNFİADA yolunda yürüyenlere selam olsun!