Metin Ebetürk
Köşe Yazarı
Metin Ebetürk
 

MESEM ve ÇIRAK-DER

Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM), eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi olarak bilinmektedir. Aralık 2016 itibarıyla örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan MESEM'de eğitim süresi 4 yıl olup, en az ortaokul mezunu olan çocuklar kayıt yaptırabiliyor. Öğrenciler haftanın dört gününde işletmelerde usta yanında pratik eğitim, bir gününde ise okulda teorik dersler alıyor. Eğitim süreci, 34 alan ve 184 meslek dalında sunulan programlarla geniş bir yelpazeye sahip. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bu programın bitirilmesiyle hem lise diplomasına hem de ustalık belgesine sahip olunuyor. MESEM programının, öğrenciler için erken yaşta bir ustanın yanında meslek öğrenme olanağı sunarken, aynı zamanda eğitim süreci boyunca gelir elde etme imkanı sağlayacağı ifade ediliyor. Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) 2025 Eğitim İzleme Raporu'na göre, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında 15-18 yaş grubunda MESEM'e devam eden öğrenci sayısı 392.887. Kayıt dışı çalışanlar ile 15 yaş altı çocuklar da eklendiğinde, bu sayının milyonlara çıktığı düşünülmekte. İlk bakışta insanda olumlu düşünce ve izlenim bırakan bu projenin uygulamasına bakıldığında, endişe duyulması ve muhalif yaklaşım gösterilmesi gereken bir “eğitim” sistemi olduğu anlaşılıyor. Zira MESEM programı çocuk işçiliğinin önünü açmakta ve çocukları eğitimden kopararak hayatlarını tehlikeye atan düzende çalışmalarına neden olmakta. Programa devam eden öğrencilerin uzun ve ağır çalışma koşullarında bulunduğu işletmelerde almış olduğu ücretler, adeta çocukların MEB tarafından ticari işletmelere ucuz iş gücü olarak peşkeş çekilmiş olduğunu düşündürmektedir. Kapitalizme taze kan taşıyan ve sömürü çarkları tarafından üzüm gibi ezilen çocuklar, ne yazık ki bu işletmelerde “iş kazası” olarak adlandırılan iş cinayetlerine de kurban edilmektedir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'ne göre 2025 yılında 85 çocuk işçi, 2023-2024 ve 2024-2025 eğitim öğretim yıllarında ise MESEM'li en az 15 çocuk işçi, sanayide veya inşaatlarda çalışırken yaşamını kaybetmiştir. MESEM bugün yoğun olarak "çocuk işçiliğin meşrulaştırmak" ve "çocuk emeğini sömürmek" ile eleştirilmektedir. MESEM, yeni bir çıraklık projesi olarak kurgulanmıştır. Yaşadığımız coğrafyada uzun zamandır çırak denildiğinde, esnaf yanında ya da küçük ve orta işletmelerde, meslek edinme adı altında ağır çalışma koşullarında az ücretle çalışan, iç acıtan yardımcı çocuk işçiler akla gelmektedir. Yaklaşık yirmi yıldır ülkemizdeki bu iş yerlerinin çırak bulmada sıkıntı yaşadığı, lakin on yıldır bu ihtiyacın bir kısmının Suriyeli ailelerin çocuklarınca karşılandığını biliyoruz. Mevcut durum, bize MESEM’in bu ihtiyacı karşılamak ve çıraklık sisteminin yerine ikame edilmek için hazırlanan bir proje olduğu ihtimalini güçlendiriyor. MESEM’in mimarı olan MEB Bakanı Yusuf Tekin, bu konuda TBMM’de yapılan eleştirileri yanıtlarken “MESEM’de eğitim gören her çocuğumuzu ucuz iş gücü olarak gören anlayışın karşısındayız. Bu durum hem vicdanen hem de hukuki olarak kabul edilemezdir” dedi lakin MESEM’de 2025 yılı stajyer ücreti 6.631,40.-TL, 12. sınıf meslek liseleri öğrencileri içinse 11.052,34 TL'dir. Ayrıca Bakan üzerinde pek durmasa da, MESEM’li gençler iş cinayetlerinde ölmeye devam ediyor. Bu arada MESEM’li çocuk işçilerin ölümlerini protesto eyleminde gözaltına alınan gençler, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildiler. Emeğin her türlü istismarının mimarlarından olan ABD’de geçmiş yüzyıla ait bir çocuk işçiliği öyküsünden söz etmek istiyorum. Susannah Turner sekiz yaşındayken ailesinin ortakçılık borcu o kadar artmıştı ki, başka seçeneği kalmayan babası borcunu iptal ettirmek karşılığında onu pamuk fabrikasına devretti. Susannah, on sekiz yaşına gelene kadar yasal olarak fabrikaya bağlı bir sözleşmeli işçi oldu. Çocukluğunun on yılı, babasının krediyle aldığı gübre ve tohumun parasını ödemek için satıldı. Fabrika sahibi belgeleri imzalarken gülümsüyordu. Çocuk işçiliği yetişkin işçiliğinden daha ucuzdu. Borçla bağlanmış çocukların işçiliği ise en ucuzuydu. Susannah, haftada altı gün, günde on iki saat iplik makinelerinde çalıştı. İş tehlikeliydi; kızların saçları düzenli olarak makinelere sıkışıyor, kafa derileri soyuluyor, makineler çalışmaya devam ederken fabrika zemininde kan kaybediyorlardı. Gürültü sağır ediciydi. Susannah on yaşına geldiğinde işitme duyusunun çoğunu kaybetti. Pamuk lifleri havayı o kadar yoğun bir şekilde dolduruyordu ki, sis gibi soluyordunuz. Ciğerlerinizi kaplıyor, iç organlarınızı beyazlatıyordu. Fabrika çocuklarının çoğu, otuz yaşından önce solunum yolu hastalığından ölüyordu. Hayatta kalanlar ise sağır, hasarlı ve tükenmiş haldeydi. Fabrika, kırk kızın karyolalarda uyuduğu bir büyük odayı yatakhane olarak tahsis etmişti. Günde iki kez yemek veriliyordu; mısır lapası, domuz yağı, ekmek ve pekmez… Menüde pahalı hiçbir şey yoktu. Şikayetçi olanlar kat sorumlusu tarafından dövülüyordu. Kaçan her kız yakalanıp geri getiriliyordu. Yasa, borç ödenene kadar kızın mal olduğunu belirtiyor ve fabrika borcun üzerine oda, yemek, sağlık bakım ve giyim adı altında sürekli masraf ekliyordu. Susannah'ın borcu, ödeyebileceğinden daha hızlı büyüyordu. On yaşına geldiğinde, başladığı zamankinden daha fazla borcu vardı. Güneydeki fabrikalarda çocuk işçiliğini araştıran bir fotoğrafçı, 1901'de kısa bir makine bakım molası sırasında Susannah'ı görüntüledi. İki yıl önce geldiğinden beri ayakkabı verilmediği için yalınayak, yeni bir elbise verilmediği için küçük gelen yırtık bir elbiseyle duruyordu. Pamuk lifleri, sekiz yaşındaki kızın saçlarını erkenden yaşlanmışçasına kaplıyordu. Arkasında iplik makineleri devasa ve tehditkâr bir şekilde fotoğrafa giriyor. Susannah'ın yüzünde duygu, umut, çocukluk, hiçbir şey yok. Fotoğraftan yansıyan, yalnızca tükenmişlik ve teslimiyet. Bu onun hayatı. Her zaman da öyle kalacak. Fotoğraf reformcuların yayınlarında yer aldı. Ancak Güney'deki fabrika sahipleri, çocukların "değerli beceriler öğrendiğini" ve "ailelerine yardım ettiğini" iddia ederek tepkilere karşı koydular. Reformcular, Güney ekonomisini yok etmeye çalışan "dışarıdan gelen kışkırtıcılar" olarak adlandırıldı. Fabrika sahiplerinin siyasi gücü ve çaresiz ebeveynlerin güçsüzlüğü, çocuk işçiliği yasalarını on yıllarca engellendi. Susannah gibi çocuklar, düşürüldükleri tuzakta kaldı. Susannah on sekiz yaşına ulaşamadı. Altı yıl boyunca pamuk lifi solumaktan akciğerleri tahrip olmuştu. On dört yaşında tüberkülozdan öldü. Fabrika doktoru ölümünü "doğal nedenlerle" olarak kaydetti ve patronlar onun yerine hemen başka bir çocuğu işe aldı. Susannah'ın ailesine üç hafta boyunca haber verilmedi. Annesi kızının öldüğünü öğrendiğinde, Susannah'ın fabrikaya hala 47 dolar borcu olduğu söylendi. Cesedi alabilmeleri için borcun ödenmesi gerekiyordu. Susannah'ın annesi borcu ödeyemedi. Fabrika Susannah'ın cesedini altı ay boyunca sakladı, sonra onu diğer ölü fabrika çocuklarıyla birlikte işaretsiz bir mezara gömdü… Yaşları sekiz ile on altı arasında değişen, hepsi pamuk tozu, makineler ve insan hayatından çok kârı önemseyen bir sistem yüzünden ölen düzinelerce çocukla birlikte… Susannah'ın annesi, hayatının geri kalanını o mezarı bulmaya çalışarak geçirdi ama asla başaramadı. 1923'te ziyaretine gelen bir papaza, "bebeğimi bir borcu ödemek için sattım" dedi. "Onu ölümüne çalıştıran ve işaretsiz çukura gömen bir fabrikaya verdim. Ben onun annesiyim ve nerede yattığını bile bilmiyorum. Yoksulluk bunu yapar. Borç bunu yapar. Çocuklarınızı alır ve size kemiklerini bile geri vermez…" Susannah'ın ifadesiz yüzlü ve pamukçuklarla kaplı fotoğrafı, Güney'deki fabrika, çocuk işçiliğinin sembolü haline geldi. 1930'larda federal çocuk işçiliği yasaları nihayet yürürlüğe girdiğinde, reformcular bu görüntüyü, mücadele ettikleri şeyin kanıtı olarak sergilediler. "Bu Susannah Turner" derlerdi. "Sekiz yaşında bir fabrikaya satıldı, on dört yaşında öldü, kimsesiz bir mezara gömüldü. İşte biz bunu sona erdiriyoruz. İşte bu yüzden savaştık." Fotoğraf şimdi Ulusal İşçi Müzesi'nde Susannah'ın adı ve tarihleriyle birlikte asılı duruyor: "1893-1907, 14 yaşında, fabrika kaynaklı tüberkülozdan öldü." Mezarı hala işaretsiz, ancak fotoğrafı onun unutulmamasını sağlıyor.Amerika'nın endüstriyel zenginliğinin, daha iyisini hak eden çocukların küçük bedenleri ve çalınmış çocuklukları üzerine inşa edildiğini hatırlatıyor. Sermaye sevici 12 Eylül faşist cuntasının emek dünyasına yaptığı kötülüklerinden birisi de, esnaf, küçük ve orta derece işletmelerde çalışan çocuk ve genç işçilerin örgütü olan Çırak-Der'in (Çıraklar Birleşme ve Dayanışma Derneği) kapatılması oldu. Bu dernek, çırakların, çocuk ve genç işçilerin sömürülmesine ve kötü muameleye karşı birlikte davranmak ve mücadele etmek amacıyla 1970’li yılların ortasında, DİSK’i kuran iradenin sahiplerince hayata geçirilmişti. Ciddi bir örgütlenme atağı göstererek ülke genelinde binlerce üyeye ulaştı. Artık çırakların küçük ve orta sanayi bölgelerinde sesleri duyulmaya başlamıştı. 1 Mayıs kutlamalarına örgütsel olarak katılan çıraklar, ulaşamadıkları hayallerini haykırmaktaydı. Yayına başlayan “Çırakların Sesi” isimli dergi iş yerlerinde çıraklara ulaştırılmaya başlıyor, bundan böyle çıraklara yönelik sömürü ve kötü muameleye karşı mücadelenin yükseltileceği ifade ediliyordu. Bir ahbabım olan oto döşemeci Baki Usta, bugün dahi şunları söylüyor: “Metin, okulda başaramadım, babam meslek öğreneyim diye oto sanayiye çırak verdi. Çok horlanıyorduk. Küfür ve dayak eksik değildi. Bir gün Çıraklar Derneği’nin kurulduğunu duyduk. Önce şüpheyle karşıladık, sonra giderek üye olduk. Üye olduğumuzu önce saklı tuttuk. Sonra daha yürekli davranmaya başladık. Küfür ve kötü muamele azalmaya başladı. Bize çok şey öğretti, çok şey kattı, Çırak-Der…” Toplumun dinamiği, üretici güçler içinde yer alan emekçilerdir. Doğru rehberlik edildiği takdirde işçi sınıfı mutlaka bir çıkış yolu bulur. Bugün eksik olan, işçi sınıfına doğru rehberlik yapacak olan örgütlü güçtür.
Ekleme Tarihi: 22 Aralık 2025 -Pazartesi
Metin Ebetürk

MESEM ve ÇIRAK-DER

Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM), eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi olarak bilinmektedir. Aralık 2016 itibarıyla örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan MESEM'de eğitim süresi 4 yıl olup, en az ortaokul mezunu olan çocuklar kayıt yaptırabiliyor. Öğrenciler haftanın dört gününde işletmelerde usta yanında pratik eğitim, bir gününde ise okulda teorik dersler alıyor. Eğitim süreci, 34 alan ve 184 meslek dalında sunulan programlarla geniş bir yelpazeye sahip. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bu programın bitirilmesiyle hem lise diplomasına hem de ustalık belgesine sahip olunuyor. MESEM programının, öğrenciler için erken yaşta bir ustanın yanında meslek öğrenme olanağı sunarken, aynı zamanda eğitim süreci boyunca gelir elde etme imkanı sağlayacağı ifade ediliyor.

Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) 2025 Eğitim İzleme Raporu'na göre, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında 15-18 yaş grubunda MESEM'e devam eden öğrenci sayısı 392.887. Kayıt dışı çalışanlar ile 15 yaş altı çocuklar da eklendiğinde, bu sayının milyonlara çıktığı düşünülmekte.

İlk bakışta insanda olumlu düşünce ve izlenim bırakan bu projenin uygulamasına bakıldığında, endişe duyulması ve muhalif yaklaşım gösterilmesi gereken bir “eğitim” sistemi olduğu anlaşılıyor. Zira MESEM programı çocuk işçiliğinin önünü açmakta ve çocukları eğitimden kopararak hayatlarını tehlikeye atan düzende çalışmalarına neden olmakta. Programa devam eden öğrencilerin uzun ve ağır çalışma koşullarında bulunduğu işletmelerde almış olduğu ücretler, adeta çocukların MEB tarafından ticari işletmelere ucuz iş gücü olarak peşkeş çekilmiş olduğunu düşündürmektedir. Kapitalizme taze kan taşıyan ve sömürü çarkları tarafından üzüm gibi ezilen çocuklar, ne yazık ki bu işletmelerde “iş kazası” olarak adlandırılan iş cinayetlerine de kurban edilmektedir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'ne göre 2025 yılında 85 çocuk işçi, 2023-2024 ve 2024-2025 eğitim öğretim yıllarında ise MESEM'li en az 15 çocuk işçi, sanayide veya inşaatlarda çalışırken yaşamını kaybetmiştir. MESEM bugün yoğun olarak "çocuk işçiliğin meşrulaştırmak" ve "çocuk emeğini sömürmek" ile eleştirilmektedir.

MESEM, yeni bir çıraklık projesi olarak kurgulanmıştır. Yaşadığımız coğrafyada uzun zamandır çırak denildiğinde, esnaf yanında ya da küçük ve orta işletmelerde, meslek edinme adı altında ağır çalışma koşullarında az ücretle çalışan, iç acıtan yardımcı çocuk işçiler akla gelmektedir. Yaklaşık yirmi yıldır ülkemizdeki bu iş yerlerinin çırak bulmada sıkıntı yaşadığı, lakin on yıldır bu ihtiyacın bir kısmının Suriyeli ailelerin çocuklarınca karşılandığını biliyoruz. Mevcut durum, bize MESEM’in bu ihtiyacı karşılamak ve çıraklık sisteminin yerine ikame edilmek için hazırlanan bir proje olduğu ihtimalini güçlendiriyor.

MESEM’in mimarı olan MEB Bakanı Yusuf Tekin, bu konuda TBMM’de yapılan eleştirileri yanıtlarken “MESEM’de eğitim gören her çocuğumuzu ucuz iş gücü olarak gören anlayışın karşısındayız. Bu durum hem vicdanen hem de hukuki olarak kabul edilemezdir” dedi lakin MESEM’de 2025 yılı stajyer ücreti 6.631,40.-TL, 12. sınıf meslek liseleri öğrencileri içinse 11.052,34 TL'dir. Ayrıca Bakan üzerinde pek durmasa da, MESEM’li gençler iş cinayetlerinde ölmeye devam ediyor.

Bu arada MESEM’li çocuk işçilerin ölümlerini protesto eyleminde gözaltına alınan gençler, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildiler.

Emeğin her türlü istismarının mimarlarından olan ABD’de geçmiş yüzyıla ait bir çocuk işçiliği öyküsünden söz etmek istiyorum. Susannah Turner sekiz yaşındayken ailesinin ortakçılık borcu o kadar artmıştı ki, başka seçeneği kalmayan babası borcunu iptal ettirmek karşılığında onu pamuk fabrikasına devretti. Susannah, on sekiz yaşına gelene kadar yasal olarak fabrikaya bağlı bir sözleşmeli işçi oldu. Çocukluğunun on yılı, babasının krediyle aldığı gübre ve tohumun parasını ödemek için satıldı. Fabrika sahibi belgeleri imzalarken gülümsüyordu. Çocuk işçiliği yetişkin işçiliğinden daha ucuzdu. Borçla bağlanmış çocukların işçiliği ise en ucuzuydu.

Susannah, haftada altı gün, günde on iki saat iplik makinelerinde çalıştı. İş tehlikeliydi; kızların saçları düzenli olarak makinelere sıkışıyor, kafa derileri soyuluyor, makineler çalışmaya devam ederken fabrika zemininde kan kaybediyorlardı. Gürültü sağır ediciydi. Susannah on yaşına geldiğinde işitme duyusunun çoğunu kaybetti. Pamuk lifleri havayı o kadar yoğun bir şekilde dolduruyordu ki, sis gibi soluyordunuz. Ciğerlerinizi kaplıyor, iç organlarınızı beyazlatıyordu. Fabrika çocuklarının çoğu, otuz yaşından önce solunum yolu hastalığından ölüyordu. Hayatta kalanlar ise sağır, hasarlı ve tükenmiş haldeydi.

Fabrika, kırk kızın karyolalarda uyuduğu bir büyük odayı yatakhane olarak tahsis etmişti. Günde iki kez yemek veriliyordu; mısır lapası, domuz yağı, ekmek ve pekmez… Menüde pahalı hiçbir şey yoktu. Şikayetçi olanlar kat sorumlusu tarafından dövülüyordu. Kaçan her kız yakalanıp geri getiriliyordu. Yasa, borç ödenene kadar kızın mal olduğunu belirtiyor ve fabrika borcun üzerine oda, yemek, sağlık bakım ve giyim adı altında sürekli masraf ekliyordu. Susannah'ın borcu, ödeyebileceğinden daha hızlı büyüyordu. On yaşına geldiğinde, başladığı zamankinden daha fazla borcu vardı.

Güneydeki fabrikalarda çocuk işçiliğini araştıran bir fotoğrafçı, 1901'de kısa bir makine bakım molası sırasında Susannah'ı görüntüledi. İki yıl önce geldiğinden beri ayakkabı verilmediği için yalınayak, yeni bir elbise verilmediği için küçük gelen yırtık bir elbiseyle duruyordu. Pamuk lifleri, sekiz yaşındaki kızın saçlarını erkenden yaşlanmışçasına kaplıyordu. Arkasında iplik makineleri devasa ve tehditkâr bir şekilde fotoğrafa giriyor. Susannah'ın yüzünde duygu, umut, çocukluk, hiçbir şey yok. Fotoğraftan yansıyan, yalnızca tükenmişlik ve teslimiyet. Bu onun hayatı. Her zaman da öyle kalacak.

Fotoğraf reformcuların yayınlarında yer aldı. Ancak Güney'deki fabrika sahipleri, çocukların "değerli beceriler öğrendiğini" ve "ailelerine yardım ettiğini" iddia ederek tepkilere karşı koydular. Reformcular, Güney ekonomisini yok etmeye çalışan "dışarıdan gelen kışkırtıcılar" olarak adlandırıldı. Fabrika sahiplerinin siyasi gücü ve çaresiz ebeveynlerin güçsüzlüğü, çocuk işçiliği yasalarını on yıllarca engellendi. Susannah gibi çocuklar, düşürüldükleri tuzakta kaldı.

Susannah on sekiz yaşına ulaşamadı. Altı yıl boyunca pamuk lifi solumaktan akciğerleri tahrip olmuştu. On dört yaşında tüberkülozdan öldü. Fabrika doktoru ölümünü "doğal nedenlerle" olarak kaydetti ve patronlar onun yerine hemen başka bir çocuğu işe aldı. Susannah'ın ailesine üç hafta boyunca haber verilmedi. Annesi kızının öldüğünü öğrendiğinde, Susannah'ın fabrikaya hala 47 dolar borcu olduğu söylendi. Cesedi alabilmeleri için borcun ödenmesi gerekiyordu.

Susannah'ın annesi borcu ödeyemedi. Fabrika Susannah'ın cesedini altı ay boyunca sakladı, sonra onu diğer ölü fabrika çocuklarıyla birlikte işaretsiz bir mezara gömdü… Yaşları sekiz ile on altı arasında değişen, hepsi pamuk tozu, makineler ve insan hayatından çok kârı önemseyen bir sistem yüzünden ölen düzinelerce çocukla birlikte… Susannah'ın annesi, hayatının geri kalanını o mezarı bulmaya çalışarak geçirdi ama asla başaramadı. 1923'te ziyaretine gelen bir papaza, "bebeğimi bir borcu ödemek için sattım" dedi. "Onu ölümüne çalıştıran ve işaretsiz çukura gömen bir fabrikaya verdim. Ben onun annesiyim ve nerede yattığını bile bilmiyorum. Yoksulluk bunu yapar. Borç bunu yapar. Çocuklarınızı alır ve size kemiklerini bile geri vermez…"

Susannah'ın ifadesiz yüzlü ve pamukçuklarla kaplı fotoğrafı, Güney'deki fabrika, çocuk işçiliğinin sembolü haline geldi. 1930'larda federal çocuk işçiliği yasaları nihayet yürürlüğe girdiğinde, reformcular bu görüntüyü, mücadele ettikleri şeyin kanıtı olarak sergilediler. "Bu Susannah Turner" derlerdi. "Sekiz yaşında bir fabrikaya satıldı, on dört yaşında öldü, kimsesiz bir mezara gömüldü. İşte biz bunu sona erdiriyoruz. İşte bu yüzden savaştık." Fotoğraf şimdi Ulusal İşçi Müzesi'nde Susannah'ın adı ve tarihleriyle birlikte asılı duruyor: "1893-1907, 14 yaşında, fabrika kaynaklı tüberkülozdan öldü." Mezarı hala işaretsiz, ancak fotoğrafı onun unutulmamasını sağlıyor.Amerika'nın endüstriyel zenginliğinin, daha iyisini hak eden çocukların küçük bedenleri ve çalınmış çocuklukları üzerine inşa edildiğini hatırlatıyor.

Sermaye sevici 12 Eylül faşist cuntasının emek dünyasına yaptığı kötülüklerinden birisi de, esnaf, küçük ve orta derece işletmelerde çalışan çocuk ve genç işçilerin örgütü olan Çırak-Der'in (Çıraklar Birleşme ve Dayanışma Derneği) kapatılması oldu. Bu dernek, çırakların, çocuk ve genç işçilerin sömürülmesine ve kötü muameleye karşı birlikte davranmak ve mücadele etmek amacıyla 1970’li yılların ortasında, DİSK’i kuran iradenin sahiplerince hayata geçirilmişti. Ciddi bir örgütlenme atağı göstererek ülke genelinde binlerce üyeye ulaştı. Artık çırakların küçük ve orta sanayi bölgelerinde sesleri duyulmaya başlamıştı. 1 Mayıs kutlamalarına örgütsel olarak katılan çıraklar, ulaşamadıkları hayallerini haykırmaktaydı. Yayına başlayan “Çırakların Sesi” isimli dergi iş yerlerinde çıraklara ulaştırılmaya başlıyor, bundan böyle çıraklara yönelik sömürü ve kötü muameleye karşı mücadelenin yükseltileceği ifade ediliyordu.

Bir ahbabım olan oto döşemeci Baki Usta, bugün dahi şunları söylüyor: “Metin, okulda başaramadım, babam meslek öğreneyim diye oto sanayiye çırak verdi. Çok horlanıyorduk. Küfür ve dayak eksik değildi. Bir gün Çıraklar Derneği’nin kurulduğunu duyduk. Önce şüpheyle karşıladık, sonra giderek üye olduk. Üye olduğumuzu önce saklı tuttuk. Sonra daha yürekli davranmaya başladık. Küfür ve kötü muamele azalmaya başladı. Bize çok şey öğretti, çok şey kattı, Çırak-Der…”

Toplumun dinamiği, üretici güçler içinde yer alan emekçilerdir. Doğru rehberlik edildiği takdirde işçi sınıfı mutlaka bir çıkış yolu bulur. Bugün eksik olan, işçi sınıfına doğru rehberlik yapacak olan örgütlü güçtür.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
mekan bizim almanya chat sohbet cinsel sohbet sohbet mobil sohbet dini chat