Metin Ebetürk
Köşe Yazarı
Metin Ebetürk
 

KABUS

Yakın bir zamanda, bir dostumun önerisiyle,yeni bir kitap okumaya başladım. İletişim Yayınevi'nden çıkarılan, Charlotte Beradt’in kaleme aldığı, Aslı Önal’ın Türkçe'ye çevirmiş olduğu kitabın adı, Rüyaların Üçüncü Reich’i.  Konusu nedeniyle ilginç bir deneme. Ana teması nedeniyle sinema sektöründe buna benzer, farklı içerikli filmler olduğunu biliyorum. Zira, Hollywood özellikle buna benzer içerik bulma ve filme çekme hususunda oldukça mahir. Kitap, 2. Dünya savaşı öncesinde,Almanya’da, 3. Reich döneminin başlamasından, kısa bir süre sonra hayata geçirilen politikalarla, kültür, ekonomi, eğitim ve hukukun Nazilerin kontrolü altına girmesiyle, Naziler hedef ve ideallerini yaymak için geniş kapsamlı propaganda çalışmalarına hız vererek, toplumu derinden etkileyerek kontrol alması ve sonrasını anlatıyor. Nazilerin iktidara gelmesi itibariyle toplumun üzerinde, baskı ve sindirme politikalarının hayata geçirilişiyle birlikte, dönem Almanya’sında yaşanılan, vuruk incinme ve sarsıntıları (travmalar) nedeniyle etkilenen insanların, yaşamış oldukları, korku endişe, paniklerin rüyalarına yansıyan olağandışı yaşamdaki kâbusları konu ediliyor. Doğaldır ki bir baskı ve diktatörlük ortamında, böylesi bir sarsıntılar kendiliğinden gelir. Nazilerin iktidara gelmesiyle başlayan, on iki yıl devam eden, bu iktidar süresinin, sadece altı yılında, kırk milyonu sivil olmak üzere toplam altmış milyonun üzerinde insan öldü. Milyonlarca yaralı ve engelli, bakıma muhtaç insan kaldı. İnsanların evsiz aç ve sefil bir yaşama mahkûm kaldığı, böylesi bir dünya savaşına neden olan politikaların, sarsıntılarıda sıradan olamaz. Kitabın arka kapağında, Barbara Hahn, ilginç ve gerçekçi bir yorumu var. Diyor ki; “Totaliter rejimler takipçileri olmadan ayakta kalamaz. Beradt’ın kitabı, insanların nasıl birer yandaşa dönüştüğünü ortaya koyar. Nasıl eğilip büküldüklerini, içsel dirençlerinin nasıl kırıldığını gözler önüne serer. Rüyaların Üçüncü Reich’ı aynı zamanda mutlak tahakkümün teorisidir.” Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Böylesi bir yorum ve kitabın anlatısı,günümüzde ancak, demokrasinin hiç uğramadığı, Baltık ülkelerinde, örneğin Norveç’te yaşanabilir. Bu kadar büyük çaplı olmasa da geçmişte, soğuk savaşın hüküm sürdüğü yıllarda ve özellikle 60’lı yıllarda başlayarak 90’lara kadar süren ve hala birçok ülkede devamına tanık olunan totaliter yönetimler altındaki halklar bu etkileşim ve sarsıntıları yaşamıştır. Ülkemizde bu etkileşim ile sarsıntıların tavan yaptığı bir dönemi yaşadı ve yaşıyor. 12 Eylül cuntası öncesi evinde genç bir evladı olup da sistem dışı düşünce tarzı taşıyanların en büyük sıkıntısında, bir köşe başında, kör bir mermiye kurban olmak ya da sistem dışı düşünceler nedeniyle aylarca süren gözaltılar, tutukluluk vardı. 12 Eylül'de tutuklamalar, yıllarca süren mahkemeler, “yargı kararı” ile uzun mahkûmiyetler, idam. Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Çocukluğunda kâbus görmeyenimiz yoktur. İzlediğin bir film veya sokakta arkadaşlarınla oynarken oyun heyecanı ve endişesi uykularımıza ve rüyalarımıza yansıdığını çoğumuz yaşamışızdır. “Kâbus” TDK sözlüğü anlamı; Acı, sıkıntı, korku veren olay. – Kötü rüya görmek. Olarak açıklanmış. Yaşadığımız bu günlerde, bu gibi kâbusların arttığına inancım tam. Yurdumuzun yetiştirdiği, bilim insanları, sanatçılar ile gazeteci ve aydınları mesleklerini en iyi icra etmenin gaye ve gayretiyle hareket etmesiyle ya da düşüncesini ifade etmesiyle, tepelerinde kara bulutlar dolaşmasını hissediyor olabilirler. Topluma gözdağı verebilmek için gözaltı ve tutuklamalar peş peşe gelebiliyor. Bir Tek Sen Başkanı Mehmet Türkmen, görevi olan işçilerin hakkını savunduğu için tutuklu.  Can Atalay, eğitimini görmüş olduğu işi avukatlık. Yalnız burada ezilenleri, dışlananları ve haksızlığa uğrayanları savunduğu için tutsak. Milletin vekili olmasına rağmen, milletin iradesi de umursanmadı için uzun süredir cezaevinde. Yıllar önce, Ahmet Şık, fetö gerçeğini yazdığı ve kamuoyuna duyurduğu için, bu örgütün kumpaslarıyla tutuklanmıştı. Yıllar sonra bu örgüt gerçek yüzünü, Ahmet Şık’ın anlatımından çok öte göstermiş oldu. Ahmet Şık, yöneticisi olduğum sendikanın, (DİSK/Sosyal İş) çalıştığı özel üniversiteden üyesiydi. Kendisini Adalet Bakanlığı'ndan almış olduğum izinle, Silivri Cezaevi'nde ziyaret etmiştim. Kendisiyle, cezaevinden tahliyesi sonrası İstanbul-Taksim'de bir kafede oturarak sohbet etmiş ve tekrar geçmiş olsun demiştik. En son TBMM’de, karşılaşarak sohbetimiz olmuştu.   Ahmet Şık’ın tutuklu bulunduğu günlerde, kendisiyle ilgili dayanışma toplantılar ile protestolarda “Ahmet çıkacak, yine yazacak” diye sloganlar atmıştık. Onurlu insanlar böyle yapar. Ahmet Şık şimdi TBMM’de milletin vekili, düşünce ve gerçekleri orada paylaşıyor, dile getiriyor. Sadece ekmeğini kazandığı, en iyi bildiği işini, yani kalemi ve haberciliği (gazeteciliği) yapması nedeniyle tutuklanan, 34 gün tutuklu kaldıktan sonra, tahliye edilen ve yargılandığı davadan da beraat eden, Halk TV. Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş. Suat Toktaş’ın bazı vesileler nedeniyle, çok saygın kardeşlerini, sevgili anne ve babasını da tanıma fırsatım olmuştu. Tartışmasız, çok onurlu ve yurtsever bir aile olduğuna tanıklığım oldu. Bunlar sadece kamuoyunca yakından bilinenler. Bilinmeyen binlercesi var. Yazarlar, mimar ve mühendisler, sanatçılar, işçiler ve kamu çalışanları. Ama şunu biliyorum ki; bu insanlar özgürlüğe kavuştuklarında en iyi bildikleri işlerini, yine en iyi şekilde yapmaya devam edecekler. Şairin dediği gibi, ….. Saraylar saltanatlar çöker  kan susar birgün zulüm biter.  menekşelerde açılır üstümüzde  leylaklarda güler.  bugünlerden geriye,  bir yarına gidenler kalır  bir de yarınlar için direnenler... 
Ekleme Tarihi: 11 Mart 2025 - Salı
Metin Ebetürk

KABUS

Yakın bir zamanda, bir dostumun önerisiyle,yeni bir kitap okumaya başladım. İletişim Yayınevi'nden çıkarılan, Charlotte Beradt’in kaleme aldığı, Aslı Önal’ın Türkçe'ye çevirmiş olduğu kitabın adı, Rüyaların Üçüncü Reich’i. 

Konusu nedeniyle ilginç bir deneme. Ana teması nedeniyle sinema sektöründe buna benzer, farklı içerikli filmler olduğunu biliyorum. Zira, Hollywood özellikle buna benzer içerik bulma ve filme çekme hususunda oldukça mahir.

Kitap, 2. Dünya savaşı öncesinde,Almanya’da, 3. Reich döneminin başlamasından, kısa bir süre sonra hayata geçirilen politikalarla, kültür, ekonomi, eğitim ve hukukun Nazilerin kontrolü altına girmesiyle, Naziler hedef ve ideallerini yaymak için geniş kapsamlı propaganda çalışmalarına hız vererek, toplumu derinden etkileyerek kontrol alması ve sonrasını anlatıyor.

Nazilerin iktidara gelmesi itibariyle toplumun üzerinde, baskı ve sindirme politikalarının hayata geçirilişiyle birlikte, dönem Almanya’sında yaşanılan, vuruk incinme ve sarsıntıları (travmalar) nedeniyle etkilenen insanların, yaşamış oldukları, korku endişe, paniklerin rüyalarına yansıyan olağandışı yaşamdaki kâbusları konu ediliyor.

Doğaldır ki bir baskı ve diktatörlük ortamında, böylesi bir sarsıntılar kendiliğinden gelir. Nazilerin iktidara gelmesiyle başlayan, on iki yıl devam eden, bu iktidar süresinin, sadece altı yılında, kırk milyonu sivil olmak üzere toplam altmış milyonun üzerinde insan öldü. Milyonlarca yaralı ve engelli, bakıma muhtaç insan kaldı. İnsanların evsiz aç ve sefil bir yaşama mahkûm kaldığı, böylesi bir dünya savaşına neden olan politikaların, sarsıntılarıda sıradan olamaz.

Kitabın arka kapağında, Barbara Hahn, ilginç ve gerçekçi bir yorumu var. Diyor ki;

“Totaliter rejimler takipçileri olmadan ayakta kalamaz. Beradt’ın kitabı, insanların nasıl birer yandaşa dönüştüğünü ortaya koyar. Nasıl eğilip büküldüklerini, içsel dirençlerinin nasıl kırıldığını gözler önüne serer. Rüyaların Üçüncü Reich’ı aynı zamanda mutlak tahakkümün teorisidir.”

Ne kadar tanıdık geliyor değil mi?

Böylesi bir yorum ve kitabın anlatısı,günümüzde ancak, demokrasinin hiç uğramadığı, Baltık ülkelerinde, örneğin Norveç’te yaşanabilir.

Bu kadar büyük çaplı olmasa da geçmişte, soğuk savaşın hüküm sürdüğü yıllarda ve özellikle 60’lı yıllarda başlayarak 90’lara kadar süren ve hala birçok ülkede devamına tanık olunan totaliter yönetimler altındaki halklar bu etkileşim ve sarsıntıları yaşamıştır.

Ülkemizde bu etkileşim ile sarsıntıların tavan yaptığı bir dönemi yaşadı ve yaşıyor.

12 Eylül cuntası öncesi evinde genç bir evladı olup da sistem dışı düşünce tarzı taşıyanların en büyük sıkıntısında, bir köşe başında, kör bir mermiye kurban olmak ya da sistem dışı düşünceler nedeniyle aylarca süren gözaltılar, tutukluluk vardı.

12 Eylül'de tutuklamalar, yıllarca süren mahkemeler, “yargı kararı” ile uzun mahkûmiyetler, idam. Ne kadar tanıdık geliyor değil mi?

Çocukluğunda kâbus görmeyenimiz yoktur. İzlediğin bir film veya sokakta arkadaşlarınla oynarken oyun heyecanı ve endişesi uykularımıza ve rüyalarımıza yansıdığını çoğumuz yaşamışızdır.

“Kâbus” TDK sözlüğü anlamı; Acı, sıkıntı, korku veren olay. – Kötü rüya görmek. Olarak açıklanmış.

Yaşadığımız bu günlerde, bu gibi kâbusların arttığına inancım tam. Yurdumuzun yetiştirdiği, bilim insanları, sanatçılar ile gazeteci ve aydınları mesleklerini en iyi icra etmenin gaye ve gayretiyle hareket etmesiyle ya da düşüncesini ifade etmesiyle, tepelerinde kara bulutlar dolaşmasını hissediyor olabilirler.

Topluma gözdağı verebilmek için gözaltı ve tutuklamalar peş peşe gelebiliyor.

Bir Tek Sen Başkanı Mehmet Türkmen, görevi olan işçilerin hakkını savunduğu için tutuklu. 

Can Atalay, eğitimini görmüş olduğu işi avukatlık. Yalnız burada ezilenleri, dışlananları ve haksızlığa uğrayanları savunduğu için tutsak. Milletin vekili olmasına rağmen, milletin iradesi de umursanmadı için uzun süredir cezaevinde.

Yıllar önce, Ahmet Şık, fetö gerçeğini yazdığı ve kamuoyuna duyurduğu için, bu örgütün kumpaslarıyla tutuklanmıştı. Yıllar sonra bu örgüt gerçek yüzünü, Ahmet Şık’ın anlatımından çok öte göstermiş oldu.

Ahmet Şık, yöneticisi olduğum sendikanın, (DİSK/Sosyal İş) çalıştığı özel üniversiteden üyesiydi. Kendisini Adalet Bakanlığı'ndan almış olduğum izinle, Silivri Cezaevi'nde ziyaret etmiştim. Kendisiyle, cezaevinden tahliyesi sonrası İstanbul-Taksim'de bir kafede oturarak sohbet etmiş ve tekrar geçmiş olsun demiştik. En son TBMM’de, karşılaşarak sohbetimiz olmuştu.  

Ahmet Şık’ın tutuklu bulunduğu günlerde, kendisiyle ilgili dayanışma toplantılar ile protestolarda “Ahmet çıkacak, yine yazacak” diye sloganlar atmıştık. Onurlu insanlar böyle yapar. Ahmet Şık şimdi TBMM’de milletin vekili, düşünce ve gerçekleri orada paylaşıyor, dile getiriyor.

Sadece ekmeğini kazandığı, en iyi bildiği işini, yani kalemi ve haberciliği (gazeteciliği) yapması nedeniyle tutuklanan, 34 gün tutuklu kaldıktan sonra, tahliye edilen ve yargılandığı davadan da beraat eden, Halk TV. Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş.

Suat Toktaş’ın bazı vesileler nedeniyle, çok saygın kardeşlerini, sevgili anne ve babasını da tanıma fırsatım olmuştu. Tartışmasız, çok onurlu ve yurtsever bir aile olduğuna tanıklığım oldu.

Bunlar sadece kamuoyunca yakından bilinenler. Bilinmeyen binlercesi var. Yazarlar, mimar ve mühendisler, sanatçılar, işçiler ve kamu çalışanları.

Ama şunu biliyorum ki; bu insanlar özgürlüğe kavuştuklarında en iyi bildikleri işlerini, yine en iyi şekilde yapmaya devam edecekler.

Şairin dediği gibi,

…..

Saraylar saltanatlar çöker 

kan susar birgün

zulüm biter. 

menekşelerde açılır üstümüzde 

leylaklarda güler. 

bugünlerden geriye, 

bir yarına gidenler kalır 

bir de yarınlar için direnenler... 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat plastik çember