Ceren Önder Kandemir: Boğazını değil, onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba
Ceren Önder Kandemir: Boğazını değil, onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba
DEM Parti İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in kızı Ceren Önder Kandemir, AKM'de Önder için düzenlenen törende, babasına yazdığı mektubu okudu.
Ceren Önder Kandemir'in babasına "Bir babaya ihtiyacım kalmayıncaya kadar doyurdun beni. Ama dostluğuna doyamadım. O dostluğa doyulur mu?" dediği mektubu şöyle:
Baba, hayatın bütün rengi gitti. Benim bildiğim hayat bitti. Yeni bir hayat başlıyor şimdi. Ürkütücü, bilinmezliklerle dolu. Daha önce hiç duymadığım bir şeyi, senden duyma ihtimalimin kaybolduğu, mavrasız.
Kendimi bildim bileli seni kaybetmekten korktum. Bu benim tek kabusum, zaafım, burnumdaki sızı, yutağımdaki yumru, karın ağrımdı. Öyle iyi, öyle benzersizdin ki, ‘bu adam bana sadece ölerek acı çektirebilir’ derdim.
Gece gece çaldığın kemanın, cümbüşün, udun sesi; bir çırpıda ezberden okuduğun şiirler, günde beş kere ve her birinde sanki yeni buluşmuşuz gibi bir heyecanla çıktığımız kahveler, evlere sığamayışın, kimseye kıyamaman. İyiliğe üşenmemen, kimseye gücenmemen, kalp kırmaktan bile daha çok korkman, birinin onurunu kırmaktan.
"Baba, kalbim kırık" diye arardım. "Baba grip oldum. Baba öksürüğüm geçmiyor. Baba kedim öldü. Baba aşık oldum. Baba uyku tutmadı..."
Ben, babalığına çok doydum. Şimdiye kadar verdiğin tek bana değil, oğluma ve onun çocuğuna bile yeter.
Bir babaya ihtiyacım kalmayıncaya kadar doyurdun beni. Ama dostluğuna doyamadım. O dostluğa doyulur mu?
Şimdi öfkelenmek istiyorum. "İki hafta sonra barış protokolü imzalanacak. Sonra rahatız. Ameliyat da olacağım. İki haftada ne olacak?" demene kızmak istiyorum.
Açlık grevlerine, cezaevlerine, işkencelere...
Bir tek kendinle ilgilenmeyişine kızmak istiyorum. Yapamıyorum. Bana Kandıra Cezaevi’nden gönderdiğin bir mektup yüzünden kızamıyorum.
"Gidecek yolu olmayan, bir amacı olmayan ama hep yanında olan bir babayı sen istemezdin" demiştin.
Şimdi gitmek zorunda olmamanı istemez miydim?
Sana öfke duyanlar için, "Yoksulluğun ve yoksunluğun öfkesi bu, sakın içinde nefret biriktirme" diyordun. Doğduğundan beri yoksulluk, yoksunluk ve yetimlikle geçen ömründe sen öfkeni nereye sakladın, ben hiç görmedim. Herhalde kalbine...
Bir tek mülk edinmeden, ikinci bir kazağı almadan, kimseden bir şey istemeden, borçsuz ve harçsız, boğazını değil, onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba.
Giderken neşemin birazını Can ve Yasin'e bırakarak ama rengin tamamını alarak. Sana doyuncana sevgi verdim. Her gün söyledim sevdiğimi. Doyuncana kadar öpüp kokladım. Şimdi tüm renklerim de senin olsun. Gerçi sen orada da dostlarını bulursun.
Artık dinlen turna kuşum. Biz iyi olacağız. Çocuklara hep seni anlatacağız. Şakaların ağzımıza eğreti dursa bile taklit etmeye çalışacağız.
İçimde tam tarif edemediğim bir huzur var şimdi. Artık mücadele etmek zorunda olmadığını bilmenin huzuru.
Seni ayakta son gördüğümüz gün, bize bir poşet portakal ve bir kutu yumurta vermiştin. Can için daima bir cebinde mandalin, bir cebinde fıstık ezmesi taşımanı, teneke kutulardaki ballara ve dinlenme tesislerine olan özel sevgini hiç unutmayacağım.
Seni ayakta gördüğümüz son gün arabana binmeden önce bize söylediğin son cümle kulağımı tırmalıyor şimdi: "Cano'nun düğününü görmeden gitmeyeceğim." Tutmadığın sözün yoktu, gittin mi?
Barışı görmek istiyordun. Çocukların yetim kalması kalbini parçalıyordu. Sütten de ağzın hiç yanmıyordu. Bir tür barış mıydı bilmiyorum; ama hastane koridorlarındaki sınıfsız, bayraksız, hüzünlü, umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben. Gözün arkada, aklın bizde kalmasın.
Bana güzel sesinle okuduğun dizelerle...
"Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden.
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.
Ama hiçbir rüzgâr dolduramaz boş kalan yerini,
Bir yaşamdan ötekine birlikte uçan turnaların yerini gökyüzünde."
Seninle gurur duyuyorum!