Ekrem İmamoğlu: Ülkem adına en büyük idealim hukuk devleti tahayyülüdür

Gündem 16.06.2025 - 13:18, Güncelleme: 16.06.2025 - 13:42
 

Ekrem İmamoğlu: Ülkem adına en büyük idealim hukuk devleti tahayyülüdür

Silivri’de tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’e yönelik sözleri sebebiyle yargılandığı davanın ikinci duruşması bugün görüldü.
Savcı Ekrem İmamoğlu'nun Başsavcı Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle İmamoğlu hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret, tehdit ve terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek suçlarından 2 yıl 8 aydan 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası ve TCK 53. Madde'nin de uygulanmasını talep etti.  Kanala, ranta ve yalana karşı durduğu ve Cumhurbaşkanı adayı olduğu için tutuklu olduğunu belirten İmamoğlu'nun savunmasında öne çıkanlar şöyle: Bugün Silivri’deyiz. Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu içindeki Mahkeme Salonu'nda, hakkımda açılan davanın ikinci celsesi için yargı önündeyiz. Oysa Çağlayan’da olmamız gerekirken, buradayız. Yüce Türk yargısı için burada olmayı ve bu şekilde yargılanmayı asla kabul etmiyorum, içime sindiremiyorum. Türkiye’ye büyük maddi, manevi ve uluslararası itibar kaybı yaşatan bir operasyonun sonucu olarak buradayız. Cevabı olmayan ama en net soruyu soruyorum: Biz neden Silivri’deyiz? Tutsağız. Zindandayız. Manevi bedeli ağır, moral bedeli ağır, ekonomik bedeli ağır. 'Ben ekonomistim' dediği için değil; gerçekten ekonomist olan kişilerin hesabına göre bu operasyonun bedeli yaklaşık 150 milyar dolar. Krizlerin içinde boğulurken bu bedel neden ödeniyor? Ben neden Silivri’de tutsak, zindandayım? Çünkü “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” diyen bir zihniyete karşı tam üç kez seçim kazandık. Çünkü 16 milyon insanımıza eşit hizmet götüren, yoksullardan gençlere, çocuklara, kadınlara kadar herkese dert ortağı olan, dertlerine çözüm üreten halkçı belediyecilik yaptığımız için buradayız. Metroda, altyapıda, kentsel dönüşümde, çevre yatırımlarında icraatçı belediyecilik yaptığımız için buradayız. İstanbul’un muhafızı olduğumuz için, ranta ve talana “hayır” dediğimiz için buradayız. 15,5 milyon insanın oyunu aldığım ve milletin güçlü teveccühünü kazandığım için buradayım. Buradan milletimize bir kez daha haykırarak soruyorum, biz yargılanıyor muyuz? Hayır. Biz 90 gündür, hatta bazılarımız 250 gündür tutsak, yargı tacizine maruz kalıyoruz. Psikolojik işkence ve düşman hukuku ile karşı karşıyayız. Kumpaslar, iftiralar, algı operasyonları, gizli tanık yalanları ve geçmişi suç dolu insanların iftiralarıyla esir tutuluyoruz. Bu bir yargılama değil, doğrudan cezalandırmadır. Yargılanmıyoruz, cezalandırılıyoruz. Türkiye tarihinde görülmemiş uygulamaları bu millet yaşadı. Şafak vakti evlerden insanlar alındı; beş gün boyunca nezarette, pislik içinde, aç ve susuz bırakıldılar. Tutsak arkadaşlarımız yargı mensupları tarafından tehdit edildi. Aileleri ve işleri ile tehdit edilerek iftiraya zorlandılar. 600–700 kilometre mesafelere, onlarca arkadaşımız acımasızca sürgün edildi. Kadınlara daha büyük zulümler yapıldı; iftiraya zorlandılar. Avukatların savunma hakları ellerinden alındı; gizlilik kararlarıyla susturuldular. Gençler, aylarca protesto yaptıkları için hapiste tutuldu. Ne yazık ki milyonlarca insanı temsil eden belediye başkanları, siyasi yol arkadaşlarımız, kıymetli bürokratlarımız haksız ve hukuksuz bir şekilde hapisle cezalandırılıyor. Millet açlık ve sefalet içindeyken, bu zulüm koltuk hırsıyla yapılıyor. Bu süreçte, benim ülkem adına en büyük idealim bir hukuk devleti tahayyülüdür, ancak öyle bir hukuk devleti ki, yalnızca metinlerde değil, uygulamada da adaleti esas alsın. Hâkimin önündeki dosyada isim değil delil, düşünce değil eylem, aidiyet değil hukuk konuşulsun. Savunma, yargının asli unsuru olarak saygı görsün. Hiçbir yurttaş, hak ararken korkmasın. Bir insan, fikrini beyan ettiğinde değil, susmak zorunda bırakıldığında tehdit altında olduğunu hissetsin. Kararı veren yargı mensupları, yani adaleti sağlamakla mükellef şerefli insanlar verdikleri kararlardan dolayı herhangi bir korku veya endişe yaşamadan, bağımsız ve tarafsız olarak düşünsün, karar versin. Benim tahayyül ettiğim hukuk devleti, iktidarların değil, adaletin hüküm sürdüğü bir düzendir. Siyasi iktidarların gücünü sınırlayan, yurttaşın hakkını koruyan, adaleti yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin de umudu yapan bir sistemdir. Bugün burada yargılanan ben değilim; bugün burada, iktidarın hoşuna gitmeyen her muhalif duruş, her demokratik kazanım ve millet iradesi yargılanmak isteniyor. Ama bilinmelidir ki, bir ülkeyi ayakta tutan ne silah gücüdür ne servet birikimidir. O ülkeyi ayakta tutan tek şey adalettir, haktır, hukuktur. Ve adaletin olmadığı bir memlekette ne yatırım olur, ne huzur olur, ne de gelecek. Ne refah olur, ne bereket olur, ne de zenginlik. O yüzden bu mücadele yalnız benim değil, bu ülkenin tüm çocuklarının, torunlarımızın, gelecekte bu mahkeme salonlarını adaletin evi olarak görmek isteyen herkesin mücadelesidir. Her gün 'Yargı bağımsızdır' demeci verince yargı bağımsız olmuyor. Yargı bağımsızlığı için irade gerekir. Aksi halde 100 kuruma iş yapan birine 'çete' dersiniz; 5 CHP’liyi hedef alır, 95’ine dokunmazsınız; sonra o 'çete' dediğiniz kişiyi serbest bırakırsınız. Bu, hukuk devleti değil, üstünlerin hukuku olur. Hayalini kurduğum bu hukuk sistemi, bu binadaki herkesin hakiminden avukatına, güvenlik görevlisinden genel başkanımıza kadar evlatlarına, torunlarına eşit şekilde muamele edilmesini sağlar. Hiçbir çocuğumuz sabah baskınıyla evinden alınmaz. Hiçbir yurttaşımız, düşüncesi nedeniyle düşmanlaştırılmaz. Benim anamın ak sütü gibi helal diplomamı bir koltuk uğruna iptal ediyorsunuz. 28 kişinin daha hayatını mahvediyorsunuz. Savcılık bu işi hızlandırmak için devreye giriyor. Bu yapılır mı? Ülke yanıyor. Ekonomi çökmüş. Millet umutsuz. Çocuklar ağlıyor. Ama siz hâlâ cezalandırma peşindesiniz. Resmim yasak, sesim yasak, sosyal medya yasak. Ama bilin ki milletin gönlünden beni silemezsiniz. Sevgi büyür, büyür, büyür. Güç gösterisi, zayıflığın alametidir. Bir iktidarın en zayıf hali, muhaliflerini tutukladığı andır. Meşru bir iktidar, böyle bir zulme tenezzül eder mi? Etmez. Karizma, elindeki yetkiyi masum insanlara karşı kullandığın anda yerle bir olur. Bir ülke yanlış yolda ısrar etmez. Eğer ederse, bu kibirdir. Bunun adı patika bağımlılığıdır. Türkiye başka bir yol gösteriyor. Dünya ve konjonktür bizi başka bir yöne çağırıyor. Bu dönemi ıskalarsak gençlerimize ve geleceğimize yazık olur. Buna müsaade etmeyeceğiz, derdimiz budur. Bizim derdimiz budur: 'Devletin dini adalettir.' 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.' Bu ilkelerle yürümek zorundayız. Beni ve arkadaşlarımı tutuksuz yargılayın. Çağırın, gelelim. Saygısızlık etmeyiz ama biz de saygı bekleriz. Etrafımızda hemen tüm bölgeye yayılma riski gösteren ağır bir jeopolitik kırılma yaşanırken, Türkiye ağır sorunlarının üstüne bu kırılmaların yarattığı siyasi ve iktisadi risklerle boğuşurken, iktidarın da tabiriyle 'iç cepheyi güçlendirmek' dışında artık yol yoktur. Bu ülke karşılıklı uzlaşma ortamından, birlikten, beraberlikten, adaletten zarar görmez. Bugün artık herkes için şapkayı önüne koyup düşünmekten başka yol yoktur. Ya bu ağır resmi değiştireceğiz ya da geleceğimizi kaybedeceğiz. Millet büyüktür. Bu toprak, bu bayrak, bu makamlar milletindir. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.
Silivri’de tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’e yönelik sözleri sebebiyle yargılandığı davanın ikinci duruşması bugün görüldü.

Savcı Ekrem İmamoğlu'nun Başsavcı Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle İmamoğlu hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret, tehdit ve terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek suçlarından 2 yıl 8 aydan 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası ve TCK 53. Madde'nin de uygulanmasını talep etti. 

Kanala, ranta ve yalana karşı durduğu ve Cumhurbaşkanı adayı olduğu için tutuklu olduğunu belirten İmamoğlu'nun savunmasında öne çıkanlar şöyle:

Bugün Silivri’deyiz. Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu içindeki Mahkeme Salonu'nda, hakkımda açılan davanın ikinci celsesi için yargı önündeyiz. Oysa Çağlayan’da olmamız gerekirken, buradayız. Yüce Türk yargısı için burada olmayı ve bu şekilde yargılanmayı asla kabul etmiyorum, içime sindiremiyorum. Türkiye’ye büyük maddi, manevi ve uluslararası itibar kaybı yaşatan bir operasyonun sonucu olarak buradayız.

Cevabı olmayan ama en net soruyu soruyorum: Biz neden Silivri’deyiz? Tutsağız. Zindandayız. Manevi bedeli ağır, moral bedeli ağır, ekonomik bedeli ağır. 'Ben ekonomistim' dediği için değil; gerçekten ekonomist olan kişilerin hesabına göre bu operasyonun bedeli yaklaşık 150 milyar dolar. Krizlerin içinde boğulurken bu bedel neden ödeniyor? Ben neden Silivri’de tutsak, zindandayım?

Çünkü “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” diyen bir zihniyete karşı tam üç kez seçim kazandık. Çünkü 16 milyon insanımıza eşit hizmet götüren, yoksullardan gençlere, çocuklara, kadınlara kadar herkese dert ortağı olan, dertlerine çözüm üreten halkçı belediyecilik yaptığımız için buradayız. Metroda, altyapıda, kentsel dönüşümde, çevre yatırımlarında icraatçı belediyecilik yaptığımız için buradayız. İstanbul’un muhafızı olduğumuz için, ranta ve talana “hayır” dediğimiz için buradayız. 15,5 milyon insanın oyunu aldığım ve milletin güçlü teveccühünü kazandığım için buradayım.

Buradan milletimize bir kez daha haykırarak soruyorum, biz yargılanıyor muyuz? Hayır. Biz 90 gündür, hatta bazılarımız 250 gündür tutsak, yargı tacizine maruz kalıyoruz. Psikolojik işkence ve düşman hukuku ile karşı karşıyayız. Kumpaslar, iftiralar, algı operasyonları, gizli tanık yalanları ve geçmişi suç dolu insanların iftiralarıyla esir tutuluyoruz. Bu bir yargılama değil, doğrudan cezalandırmadır. Yargılanmıyoruz, cezalandırılıyoruz.

Türkiye tarihinde görülmemiş uygulamaları bu millet yaşadı. Şafak vakti evlerden insanlar alındı; beş gün boyunca nezarette, pislik içinde, aç ve susuz bırakıldılar. Tutsak arkadaşlarımız yargı mensupları tarafından tehdit edildi. Aileleri ve işleri ile tehdit edilerek iftiraya zorlandılar. 600–700 kilometre mesafelere, onlarca arkadaşımız acımasızca sürgün edildi. Kadınlara daha büyük zulümler yapıldı; iftiraya zorlandılar. Avukatların savunma hakları ellerinden alındı; gizlilik kararlarıyla susturuldular. Gençler, aylarca protesto yaptıkları için hapiste tutuldu.

Ne yazık ki milyonlarca insanı temsil eden belediye başkanları, siyasi yol arkadaşlarımız, kıymetli bürokratlarımız haksız ve hukuksuz bir şekilde hapisle cezalandırılıyor. Millet açlık ve sefalet içindeyken, bu zulüm koltuk hırsıyla yapılıyor.

Bu süreçte, benim ülkem adına en büyük idealim bir hukuk devleti tahayyülüdür, ancak öyle bir hukuk devleti ki, yalnızca metinlerde değil, uygulamada da adaleti esas alsın. Hâkimin önündeki dosyada isim değil delil, düşünce değil eylem, aidiyet değil hukuk konuşulsun. Savunma, yargının asli unsuru olarak saygı görsün. Hiçbir yurttaş, hak ararken korkmasın. Bir insan, fikrini beyan ettiğinde değil, susmak zorunda bırakıldığında tehdit altında olduğunu hissetsin. Kararı veren yargı mensupları, yani adaleti sağlamakla mükellef şerefli insanlar verdikleri kararlardan dolayı herhangi bir korku veya endişe yaşamadan, bağımsız ve tarafsız olarak düşünsün, karar versin.

Benim tahayyül ettiğim hukuk devleti, iktidarların değil, adaletin hüküm sürdüğü bir düzendir. Siyasi iktidarların gücünü sınırlayan, yurttaşın hakkını koruyan, adaleti yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin de umudu yapan bir sistemdir. Bugün burada yargılanan ben değilim; bugün burada, iktidarın hoşuna gitmeyen her muhalif duruş, her demokratik kazanım ve millet iradesi yargılanmak isteniyor.

Ama bilinmelidir ki, bir ülkeyi ayakta tutan ne silah gücüdür ne servet birikimidir. O ülkeyi ayakta tutan tek şey adalettir, haktır, hukuktur. Ve adaletin olmadığı bir memlekette ne yatırım olur, ne huzur olur, ne de gelecek. Ne refah olur, ne bereket olur, ne de zenginlik. O yüzden bu mücadele yalnız benim değil, bu ülkenin tüm çocuklarının, torunlarımızın, gelecekte bu mahkeme salonlarını adaletin evi olarak görmek isteyen herkesin mücadelesidir.

Her gün 'Yargı bağımsızdır' demeci verince yargı bağımsız olmuyor. Yargı bağımsızlığı için irade gerekir. Aksi halde 100 kuruma iş yapan birine 'çete' dersiniz; 5 CHP’liyi hedef alır, 95’ine dokunmazsınız; sonra o 'çete' dediğiniz kişiyi serbest bırakırsınız. Bu, hukuk devleti değil, üstünlerin hukuku olur. Hayalini kurduğum bu hukuk sistemi, bu binadaki herkesin hakiminden avukatına, güvenlik görevlisinden genel başkanımıza kadar evlatlarına, torunlarına eşit şekilde muamele edilmesini sağlar. Hiçbir çocuğumuz sabah baskınıyla evinden alınmaz. Hiçbir yurttaşımız, düşüncesi nedeniyle düşmanlaştırılmaz.

Benim anamın ak sütü gibi helal diplomamı bir koltuk uğruna iptal ediyorsunuz. 28 kişinin daha hayatını mahvediyorsunuz. Savcılık bu işi hızlandırmak için devreye giriyor. Bu yapılır mı? Ülke yanıyor. Ekonomi çökmüş. Millet umutsuz. Çocuklar ağlıyor. Ama siz hâlâ cezalandırma peşindesiniz. Resmim yasak, sesim yasak, sosyal medya yasak. Ama bilin ki milletin gönlünden beni silemezsiniz. Sevgi büyür, büyür, büyür. Güç gösterisi, zayıflığın alametidir.

Bir iktidarın en zayıf hali, muhaliflerini tutukladığı andır. Meşru bir iktidar, böyle bir zulme tenezzül eder mi? Etmez. Karizma, elindeki yetkiyi masum insanlara karşı kullandığın anda yerle bir olur. Bir ülke yanlış yolda ısrar etmez. Eğer ederse, bu kibirdir. Bunun adı patika bağımlılığıdır. Türkiye başka bir yol gösteriyor. Dünya ve konjonktür bizi başka bir yöne çağırıyor. Bu dönemi ıskalarsak gençlerimize ve geleceğimize yazık olur. Buna müsaade etmeyeceğiz, derdimiz budur. Bizim derdimiz budur: 'Devletin dini adalettir.' 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.' Bu ilkelerle yürümek zorundayız.

Beni ve arkadaşlarımı tutuksuz yargılayın. Çağırın, gelelim. Saygısızlık etmeyiz ama biz de saygı bekleriz. Etrafımızda hemen tüm bölgeye yayılma riski gösteren ağır bir jeopolitik kırılma yaşanırken, Türkiye ağır sorunlarının üstüne bu kırılmaların yarattığı siyasi ve iktisadi risklerle boğuşurken, iktidarın da tabiriyle 'iç cepheyi güçlendirmek' dışında artık yol yoktur.

Bu ülke karşılıklı uzlaşma ortamından, birlikten, beraberlikten, adaletten zarar görmez. Bugün artık herkes için şapkayı önüne koyup düşünmekten başka yol yoktur. Ya bu ağır resmi değiştireceğiz ya da geleceğimizi kaybedeceğiz. Millet büyüktür. Bu toprak, bu bayrak, bu makamlar milletindir. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat plastik çember