Tülay Hatimoğulları: Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani davası tutukluları derhal serbest bırakılmalıdır

Meclis’i ekonomik geçim, adalet, barış, demokrasi ve özgürlük başlıklarından oluşan "beş hayati ihtiyaç" için sorumluluk almaya çağıran Tülay Hatimoğulları, TBMM bünyesinde kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun umut yarattığını belirterek, artık somut adım atılması gerektiğini ifade etti. Kobani Davası kapsamında hapis cezalarına çarptırılan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer siyasi tutukluların ivedilikle serbest bırakılması çağrısını tekrarladı.

Konuşmasında sırasında, son bir yılda çatışmaların yok denecek seviyeye gelmesi, partiler arası diyalog ve barışın aciliyetine dair toplumsal inancın güçlenmesini kazanım olarak nitelendiren Hatimoğulları, TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun barışa olan inancı ve umudu yükselttiğini belirterek, artık eyleme geçilmesi gerektiğini de söyleyerek, “Siyasi ve hukuki eşiği atlama zamanı geldi, hatta geçti; demokratik entegrasyon için demokratik yasaları yapmak gerekir” dedi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları'nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

İlk grup toplantımızı kadınlar öncülüğünde gerçekleştiriyoruz. “Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz” şiarıyla 1 Ekim’de Amed’den yola çıkan ve bugün Meclis önünde barış talebini yükselten sevgili kadınlar, Barış Anneleri; grup toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Savaşın yarattığı acıyı en iyi bilen ve yaşayan kadınlar, barışa neden ihtiyaç duyduğumuzu bugün de Meclis’in önünden bütün dünyaya haykırdılar. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Bir haftalık yürüyüşün finalinde buradasınız. Meclis, siyaset, bütün toplum; kadınların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesini duysun. Selam olsun bu yürüyüşü gerçekleştiren, her kentte onları karşılayan kadınlara. Selam olsun mücadeleden geri durmayan kadınlara. Selam olsun sizlere.

Türkiye çoklu krizlerle ve her alanda çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya; adaletsiz yargı, kayyım rejimi, muhalefet belediyelerine saldırılar; dil, kültür, sanat ve yaşam tarzı üzerindeki baskılar... Derin yoksulluk, kadın cinayetleri, genç işsizliği, deprem kentlerinin bitmeyen bekleyişi, tarımın çöküşü, doğanın ve suyun feryadı; bu yaraları görmeyen bir Meclis, kendi varlık nedenini unutmuş demektir.

Türkiye belirsizliklerle dolu; her şey çok kırılgan. Siyasete düşen görev, ülkenin ve toplumun bütün düğümlerini çözmektir. Bu ülkede eksik olan beş şeyi arıyoruz: ekonomik geçim, adalet, barış, demokrasi ve özgürlük. Bu yıl Meclis tarihî sorumluluğunu yerine getirmeli; 86 milyonun bu beş hayati ihtiyacı için çalışmalıdır. Toplumsal refah yerine çatışmayı, özgürlükler yerine otoriter kontrolü önceleyen her siyasi akıl; yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik çöküşün öncüsü olur.

Biz biliyoruz ki barış, toplumun onurudur ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına verilecek en önemli armağanlardandır. Demokrasi yalnızca bir yönetim işi değil; birlikte, eşit ve ortak yaşamın inşasıdır. Ekonomi sadece kuru rakamlar değildir; sofrasında ekmeği eksilenin, işsiz kalan gencin, emeği görünmeyen kadının hayatıdır. Okul masrafını karşılayamayan velinin, bastıran soğuklarda doğalgaz ve elektrik faturasını ödeyemeyen yurttaşın, geçinemeyen emeklinin, barınamayan öğrencinin hayatıdır.

Demokratik toplum ve barış arayışında bir yılı geride bıraktık. Geçen bir yıl içinde Kürt meselesinin çözümüne ilişkin Öcalan’ın çağrısı, PKK’nin fesih kararı ve silah yakma töreni, Meclis bünyesinde kurulan komisyon tarihi gelişmelerdir. Bu süreçte karşılıklı çatışmaların yok denecek seviyeye gelmesi, partilerin daha sık diyalog kurması ve barışın aciliyetine olan inanç önemli bir kazanımdır. TBMM bünyesinde kurulan Barış Komisyonu çok kıymetli bir adımdır, barışa olan inancı ve umudu yükseltmiştir. Fakat toplum artık somut adım bekliyor, durgun suyu daha çok bulandırmak isteyenlere fırsat vermeyelim.

Barış Komisyonu 14. oturumunu yapıyor. Dinlenenlerin çoğu, “Kürt meselesi amasız, fakatsız çözülmelidir, demokratik haklar ve eşit yurttaşlık konusunda hukuki adımlar mutlaka atılmalıdır” dedi. O halde barış için ne zaman eyleme geçilecek? Geldiğimiz eşik budur. Unutmamak gerekir ki Sayın Öcalan ve hareketi attıkları adımlarla büyük bir eşiğin aşılmasına katkı sundu; komisyonun kurulmasıyla kurumsal eşiğin de önemli bir kısmı geçildi. Artık siyasi ve hukuki eşiği atlama zamanı gelmiş, hatta geçmektedir; demokratik entegrasyon için demokratik yasaları yapmak gerekir.

Komisyon, zaman kaybetmeksizin Öcalan’ı dinlemelidir. Nitekim kendisi, “Komisyon gelirse demokratik müzakere sürecini başlatacağım” demektedir. Barışın anahtarı muhatapta, baş aktördedir; dünyadaki örneklerde görüldüğü gibi İmralı’ya uzanacak doğrudan diyalog, silahları susturup hukuki zemini kuracak en bağlayıcı adım olabilir. Bu, kişisel bir tercih değil; barışın ciddiyetinin ve devlet aklının kurumsallığının gereğidir. Komisyonun, Öcalan ile görüşerek önemli bir eşiğin daha aşılmasına katkı sunmasını bekliyoruz. 

Öcalan’ın umut hakkı tanınmalıdır. “Umut hakkı” sıradan bir hukuk maddesi değil, evrensel hukukun merkezindeki ilkelerdendir. 17 Eylül’de Avrupa Bakanlar Komitesi umut hakkıyla ilgili kararını açıkladı ve komisyondan, Meclis’ten bu konudaki beklentilerini ifade etti. Bu çok önemli bir karardır. Ömür boyu kapıyı kilitleyip anahtarı denize atamazsınız; toplumsal barış süreçleri, yeniden düşünme ve yeniden düzenleme perspektifi ile cesur adımlar atıldıkça ilerler. Öcalan için umut hakkı düzenlemesi bir an evvel acilen hayata geçirilmelidir.

6–8 Ekim 2014’te IŞİD’in saldırılarına karşı dünyanın birçok yerinde insanlar sokağa çıktı. Bu süreçte 47’si HDP üyesi ve seçmeni olmak üzere toplam 54 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Gerçeklerin ortaya çıkması için 11 yıldır girişimlerde bulunduk; ancak ne Meclis ne de yargı gerekli iradeyi gösterdi. 

6–8 Ekim gerekçe gösterilerek açılan Kobani davasında, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarına yüzlerce yıl hapis cezaları verildi; bazı sanıklar sürgünde. Bu dava, toplum vicdanında derin bir yara bıraktı. AİHM, 8 Temmuz’da üçüncü kez “Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalı” kararı verdi. Bu kararın 8 Ekim’de kesinleşmesi bekleniyor. Bu, barış ve demokrasi için bir fırsattır. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani davası tutukluları derhal serbest bırakılmalıdır. Hepsi özgür olana dek mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz.

2005’ten bu yana 7 bin 810 kadın erkekler tarafından katledildi. Bu süreçte kadın düşmanlığı adım adım kurumsallaştı: Kadının adı bakanlıktan çıkarıldı; “aile” vurgusuyla şiddet ve istismar görünmez kılındı; “tecavüzcüyle evlenirse dava düşer” anlayışı meşrulaştırılmaya çalışıldı; kürtaj, "katliamdır" denilerek hedef alındı; KHK’larla kadın dernekleri kapatıldı; kadın belediye eş başkanlarına kayyım atandı, görevden alındı, tutuklandı; kadın siyasetçiler ve aktivistler gözaltına alındı; cezaevlerinde baskılar arttı; sürgünler, çıplak aramalar ve infaz yakmalar... kadınların iradesini bu şekilde tutsak etmeye çalıştılar. Diyanet’in fetvalarıyla hak ve özgürlüklere müdahale edildi; nafaka ve miras hakları tartışmaya açıldı; soyadı, doğum biçimi, çocuk sayısı ve giyim gibi kişisel alanlara müdahale edildi. Bu tablo, son yirmi yılın erkek egemen ve cinsiyetçi politikasının özetidir.